Kanser öncesi hücrenin çekirdeksel bozulması

Kanser öncesi hücrenin çekirdeksel bozulması :

Acunsal yaşam enerjisiyle sağaltım deneylerimiz sırasında edindiğimiz gözlemlerden çıkan sonuçlar, öldürücü urların olu şumunda belirleyici nedenlerin belli bir noktada toplanan kasıl malar ile dokuların enerji alıp verişinin bozulması olduğunu gös termektedir. Öte yandan, solunuma ket vurulması vücudun bü züşüp körelmesinin başlıca nedenlerinden biridir ve öldürücü ur ların oluşumuna katkıda bulunmaktadır. Bu süreçler vücudun bü tününde ve tek tek örgenlerde ortaya çıkan bozuklukları pek güzel açıklamaktadır. Ancak, hastalanan örgenlerde hücresel iş levin neden bozulduğunu açıklığa kavuşturmamaktadırlar. Garip bir uzantıyla, bu soru bizi çok eski bir soruna götürmektedir: Hücrenin dirimsel enerji üretim/tüketiminde cinsel boşalmanın işlevi nedir? Bu temel işlev neden gelişmiştir ve hücrenin hangi dirimsel-bedensel sürecine dayanmaktadır? Bilim adamları genellikle konunun uzmanı olmayan kişilerin yararsız ya da çocukça saydıkları sorular ortaya atarlar. Oysa bu sorular dirim sel önem taşımaktadır.

Bugüne dek, ne cinsel tutumbilimden önceki cinsel bilimsel araştırmalar, ne de cinsel yaşama çekidüzen verme bilimi bu soruya karşılık bulabilmiştir. Gizemcilerin o rahat mı rahat görüşünü benimseyip aman canım, insanoğlu bedensel boşalma işlevi olmadan da yaşayabilir, diyemeyiz. Bedensel boşalma güç süzlüğünün insan denen varlıklara verdiği zararlar öylesine cid di, öylesine açık seçik, öylesine ağırdır ki uzun süre yok sayıl maları olanaksızdır. Cinsel tutumbilim, vücudun dirimsel enerji dengesi için bedensel boşalmanın önemini yadsınmaz bir olgu sayıyor, ama bütün sonuçlarını hesaba katmıyordu. Artık hepimiz bedensel boşalmanın vücudun dirimsel enerji üretim-tüketimini düzene koyduğunu biliyorduk. Ama bedensel boşalmanın işlevini nasıl yerine getirdiğini ve hücredeki bedensel (acunsal-dirimsel) enerji fazlasının atılmasının temel nedenlerini bilmiyorduk. Cin sel tutumbilimin desteğiyle giriştiğimiz kanserbilimsel araştırma, beklenmedik biçimde, bize ışık getirdi: Öldürücü' ur, kaskatı kesilmiş, çok az dirimsel enerji alan, başka bir deyişle havası; kalıp boğulmuş örgenlerde kendini göstermektedir. Yerel hücre kümelerinin bu süreçten öldürücü biçimde etkilendiklerini söylemeye bile gerek yoktur. Öyleyse kıpırtısızlaşan olağan hücreden kanser hücresinin oluşmasının hücrenin işte bu dirimsel enerji işlevinin, yani doğal acunsal enerjiyi alıp verme işlevinin aksamasından ileri geldiğini varsaymak zorundayız. Kimyasal çözümleme bize kanserli dokularda aşırı derecede süt asidiyle karbonik asidin, yani tam anlamıyla bir ha vasız kalıp zehirlenmenin var olduğunu göstermiştir. Yaşam kabarcıkları üzerinde yapılan araştırma, kimyasal incelemeye acun sal-bedensel yaşam enerjisine. yani enerji kuramına dayalı bakış açısını getirmektedir.

Söz konusu bakış açısı, enerji durgunluğunun hücre öz maddesinin yeniden kabarcık1ara ayrışmasına yol açtığını ve bu kabarcıklardan da öldürücü hücrenin geliştiğini öne sürmektedir. Şimdi bu süreci derinleştirmek isteriz: herhangi bir dokudaki enerji durgunluğu nasıl olup da hücrelerin kabarcıklara ayrışmasına yol açmaktadır? Vücuttaki her hücre çekirdeğiyle, kan suyuyla, dirimsel enerji alanıyla hiç eksiksiz, küçücük bir «acunsal yaşam enerjisine dayalı işlevsel dizge» oluşturmaktadır. Her hücrede acunsal yaşam enerjisi bulunduğundan, özyapısının içindeki dirimsel enerjiye bağlı bulunması gerekir. Bu bağın doğal yapısını kestirmek zor değil: çekirdek hücrenin en önemli, en çok enerji yükü taşı- yan kesimidir. Çekirdekten yoksun kalan kan su yaşamını sürdüremez. Buna karşılık çevrelerinde düşük ölçüde kan su bulunduran hücreler, örneğin erkek tohumcukları uzun süre canlı kala bilirler. Dolayısıyla çekirdeği, tek hücrenin «bitkisel (sinirsel) merkezi» saymamız gerekir; aynı biçimde, özerk sinirsel merkez de bütün vücudun «dirimsel merkezi» ya da «bitkisel yaşam merkezisdir. Tıpkı özerk sinirsel merkez gibi, hücre çekirdeği de yaşam enerjisi dizgesinin, yani ilk aşamada hücrenin, ikinci aşamadaysa bütün vücudun en çok enerji taşıyan kesimidir. Öyleyse, hücre çekirdeğinde kan suya oranla çok daha büyük bir enerji yükü vardır.

Vücudun bütün temel dirimsel süreçleriyle işlevleri hücre çekirdeğinden başlayıp kan suya yayılır. Nitekim, hücrenin bölünmesi de ilkin çekirdekten başlar, sonra kan su bölünür. Bölünme sürecine giren bir am ip, gövdesi ikiye ayrılmazdan önce, uzun süre bölünmüş bir çekirdekle, yani iki çekirdekle yaşar. Ünlü «çekirdek-kan su ilişkisi» adlı denemesinde çekirdekle kan su arasındaki ilintileri ilk kez araştırıp dile dökme onuru Alman dirimbilimcisi Richard Hertwig'indir-. Zaten bir süredir hücrelerin çoğunun bölünme sırasında ancak belirli sınırlar için de değişen bir büyüklüğe sahip bulundukları biliniyordu. Bölünmeden sonra, yavru hücre belli bir süre büyümekte, bölünmeden kısa bir zaman önce, anasının boyuna ulaşmaktadır. Geleneksel dirimbilim bölünmeden hemen sonraki çekirdek-kan su ilişkisini olağan çekirdek-kan su ilişkisi saya gelmiştir. Popoff'a göre, bölünmeyle oluşan genç hücre düzenli biçimde büyümektedir; olağan koşullarda, ikinci bölünmeye dek bu böyle sürmekte, yalnız çekirdek kan sudan biraz daha yavaş gelişmektedir. Derken, bölünmeden az önce, çekirdeğin büyümesi birden hızlanmakta (e bölünme büyümesi» deniyor buna), böylece çekirdek, tıpkı kan su gibi, eski boyunun iki katına ulaşmaktadır. Demek ki bölünme den sonra, çekirdeğin başlangıçtaki gecikmesinden ötürü, çekir dek-kan su bağıntısında kan su yararına bir yerdeğiştirme olmak tadır: bu evrede hücrenin içinde çekirdek maddesinden çok kan su vardır. Bunun sonucunda hücre içinde belli bir gerilim doğ- makta, çekirdek görece gecikmesini dengelemek üzere hızla bü yümeye başlamaktadır: çekirdeğin büyümesiyle olağan çekirdek kan su bağıntısı yeniden kurulmaktadır. Hertwig, hücre içindeki gerilimin yalnız çekirdeğin büyümesine değil, aynı zamanda hile Tenin ileriki bölünmesine de yol açtığını öne sürmüştür. Biz bu savı bedensel boşalma denklemimizle tamamlayabiliriz: hücre, bölünmeden az önce, kendiliğinden bir gerilime girmekte, taşıdığı enerji yükü bölünmeden sonraki küçük haline oranla epeyce artmaktadır», Çekirdeğin gizli dirimsel enerjisi kan sununkinden fazla olduğuna göre, bölünmeden önce çekirdek kan su denklemi çekirdek yararına bozulmaktadır.

Çekirdekle kan su arasındaki kütle ilintisi aynı kalsa bile, dirimsel enerji ilintisi'nin çekirdekten yana epeyce değişmesi gerekir. Hücrenin bölünmesini de işte bu çekirdeğin en büyük boyuta eriştiği andaki görece yüksek gerilimiyle dirimsel enerji yükü yaratır. Oysa hepimiz biliyoruz ki, bölünme «gerilim-yüklenme» denklemine ayak uydurmakta, ve bölünme süreci sırasında, yavru hücreler biçiminde kendini gösteren bir enerji boşaltımı ve gevşeme'yle sonuçlanmaktadır. Bu süreçle kanserli hücre sorunu arasında bir ilişki var mıdır? Hiç kuşkusuz. Bugüne dek kanserli hücreleri, cansız ve boyalı kesitleriyle, şu nitelikleriyle tanımlaya geldiler: hücre çekirdekleri düzensiz kümelenmişlerdir; bu çekirdeklerin çoğu bölünme sürecine girmiştir (ernitoss lar: iplikçikler); çekirdeklerde renge duyarlı mad de boldur, hacimleri büyüktür, çekirdek yığını az sonra kan su kütlesini yiyip yutacakmış gibidir. Kansere yakalanmış dokuların «çekirdek yönünden zengin» olduğu söylenir. Bu olguları kanserli hücrenin oluşum sürecinin enerjisel-dokusal betimlendirilmesine katacak olursak, yeni bir soruya yanıt bulmamız gerekir: Hertwig'in çekirdek-kan su bağıntısı acunsal yaşam enerji sini inceleyen doğa bilimin terimleriyle dile getirilebilir mi? Evet, getirilebilir. Çekirdek hücrenin en güçlü, yani dirimsel enerji yönünden in zengin dizgesidir. Acunsal yaşam enerjisi açısın dan, hücrenin içindeki kan suysa en zayıf dizgedir. Demek ki çekirdeğin enerji yüküyle kan sunun enerji yükü arasında büyük bir ayrım vardır, bu da mikroskop altında yapılacak gözlemle saptanabilir. Acunsal yaşam enerjisinin özellikleri çekirdekte kan sudakinden çok daha belirgindir: çekirdek çevreye daha güçlü ışınlar yayar, kan sudan daha parlaktır. Hücrenin çevresinde, acunsal yaşam enerjisi açısından, hücrenin tümel dirimsel enerji dizgesi'ne oranla en zayıf diyebileceğimiz bir dirimsel enerji alanı vardır. Oysa, dirimsel enerji doğa biliminin bir yasasına göre (bu, elektro-fiziği ve devinim bilimini düzene koyan yasadan apayrı bir yasadır) dirimsel enerji yönünden güçlü dizge enerjisini güçsüzden alır ve geri vermez. Bu, son derece önemli bir olgu dur; şimdiye dek aydınlığa kavuşturulamamış bir sürü önemli soruna ışık tutar:

1. Hücre yapısal birliğini nerden almaktadır?

2. Hücrenin bölündüğü kısa evre dışarı da bırakılırsa, çekirdek-kan u bağıntısı nasıl olup da hiç değişmeden kalmakta. çekirdek dirimsel enerji yönünden kan suya oranla daha güçlü olmayı nasıl sürdürebilmektedir? Her canlı varlık aralıksız dirimsel enerji yayar, dolayısıyla, sonunda içindeki dirimse1 enerjiyi yitirmesi gerekirdi.

Bu soruların yanıtı şöyle: İşlevsel açıdan ele alındığında, çekirdek hücrenin enerji merkezi ve kaynağıdır, bir bakıma onun özerk sinir dizgesi» dir. Hücrenin kan suyuysa besin maddeleri nin saklandığı yerdir, çekirdekten gelen içtepilerin uygulamaya konduğu örgendir; tıpkı çokhücreli canlının sindirim ve devi- nim örgenlerinin özerk dirimsel aygıttan gelen buyrukları yerine getirişleri gibi, kan su da çekirdeğin buyruklarını uygulamaya koyar. Çekirdek, beslenme ve solunum yoluyla kan sunun hisereye taşıdığı acunsal yaşam enerjisini aralıksız olarak kan sudan mer Çekirdeğin kan suya oranla dirimsel enerji üstünlüğü işte buradan gelir. Çekirdek-kansır bağıntısı yalnızca devinimsel-maddesel kütle ilintisi gibi ele alınmamalı, enerjiye dayalı bakış açısı benimsenerek, öncelikle. bu ikisi arasındaki dirimsel enerji yükü ayrımına bakılmalıdır. Iki bölünme arasında kan sunun hacmi arttığı zaman, dirimsel enerjinin kan suda biriktiği görülür; belli bir andan sonraysa, aradaki dirimsel enerji yükü ayrımını gidermek üzere, çekirdek hızla büyür. Bunun sonucu olarak, iki bölünme arasındaki sürede (iki acunsal enerji sarsıntısı arasında) vücudun emdiği dirimsel enerji sürekli olarak hücrenin çevresi. ne yaydığı acunsal yaşam enerjisini aşar. Hücrenin. bir bütün olarak sonraki bölünmeye dek büyümesini bilmem hangi madde sel-kimyasal süreç değil, işte bu süreç açıklar. Acunsal yaşam enerjisi akışının iç çevreden çekirdeğe doğru ağırlıklı olması is ister istemez hücre çekirdeğinde fazla enerji birikmesine, dolayısıyla dirimsel enerji akışının tersine dönüp çekirdekten dışarıya yönelmesine yol açar.

Biriken dirimsel enerji artığının gerek hay- gerek bitki dünyasında, gerek tek hücrede gerek çok hücreli canlıda dışarı atılması bütün kan su dizgesinin istem dışı çırpınmasıyla, yani bedensel boşalmayla olur. Görüldüğü gibi, birtakım düşünsel kurgulara değil, dirimsel enerji doğa bilimine da yanarak bedensel boşalmanın «hücrenin temel işlevi» olduğunu, ister tek hücreyi ister hücre yığınını (vücudu) ele alalım, ör genler topluluğunun enerji üretim-tüketimini düzene koyan iş/ev olduğunu öne sürüyoruz. Dört zamanlı tartı m (ritm): gerilim vuklenme+boşalma+zevşeme hem çokhücreli canlının cinsel boşalmasını, hem de tek hücrenin bölünmesini dile getirir. Böylece, «örgensel boşalma denklemi», sözcüğün en kesin anlamıy la, «yaşama denklemi» ne özdeştir. eğer terimi artık dirimsel enerjilerin dengelenmesi diye alırsak, hücre bölünmesi örgensel boşalma sürecinin ta kendisidir. Örgensel (bedensel) boşalma ya- şamın gereksiz bir eki, doğanın gelgeç bir hevesi, doyumsuz ve dirimsel açıdan katılaşmış (bedensel boşalmaya güçleri yetme yen) kişilerin başına dert olsun diye icat edilmiş bir işlev değil, tam tersine, dirimsel enerji üretim-tüketiminin düzenleyicisidir. Örgensel boşalma, belirli aralıklarla hücrelerin çekirdeklerinde biriken dirimsel enerji artığının dışarı atılmasına yarar. Demek ki, hücresel işlevin gizleri üzerinde yaptığımız araş tırmalar örgensel boşalma kuramımızı güçlü bir biçimde doğrulamıştır; bedensel boşalma kuramı, bugüne dek kavrayamadığımız hücresi işlevleri açıklayabilmemize izin vermektedir: örgen sel boşalma (çırpınmalarla vücuttaki dirimsel enerjinin boşaltılması) her türlü büyüme sürecine eşlik eden dirimsel enerji birikiminin sonucudur. Büyüme süreci durunca, yani dirimsel çemız hücresel işlevleri açıklayabilmemize izin vermektedir: örgen sel boşalma işlevinin önemi de yavaş yavaş azalır. Yoğunluğu ve yinelenme aralığı gittikçe azalır, sonunda büsbütün kesilir. Bu son evre, yani vücudun kuruyup büzüşmesi, olağan yaşlarıma sürecinin başlıca belirtisidir.

Bu yüzden, yükselen yaşamın en belirgin özelliği cinsel güç' tür, inişe geçen yaşamsa cinsel açıdan zayıflar. Bu kural bireyler için olduğu kadar hücreler için de geçerlidir: hücrelerin de büyüyüp yayılma evreleri ve çöküş evreleri vardır; ve işte bu bağlam içinde, örneğin, «bir çokhücreli canlı kuşağının ölümü»nden söz edilir. Bu alanda, daha pek çok noktayı aydınlatmak zorundayız. Şimdi biz yine kanserli hücrelerin oluşmasından önce ortaya çıkan enerji süreçlerine dönelim . Hücrelerin kanser öncesi zehirlenmesini bir imgeyle anlatmak isterim: en uygun koşullarda işbirliği yapan bir küme birey getirelim gözümüzün önüne. Küme üyelerinin her birinin özgürce dolaşabileceği bir uzay parçası vardır. Bu bireyler birbirlerini desteklemekte, korku nedir bilmemektedirler, işleyişler] her açı- dan yetkindir. Şimdi aynı kümeyi son derece dar bir yere kapatalım. Bir köşede yangın çıksın: herkes çılgınca sağa sola seğirt meye başlar. Bu korkulu kaçışma, yaşamı tehdit eden tehlike karşısında yaşama içtepisinin başkaldırmasından başka bir şey değildir. Artık ortada dinginlik ve düzen kalmamıştır. Kuraldışı, vahşi tepkiler ağır basar. Kimileri ayak altında kalıp ezilir, yıldırıcı korku düzenli işleyişi allak bullak etmekle kalmaz, öl dürücü etki yaratan yeni bir işleyişin başlamasına da yol açar. Havasız kalıp zehirlenmiş dokudaki kanserli hücrelerin oluşumu nu işte böyle canlandırma1ıyız gözümüzde. Vücudun sürekli kaskatı durması olağan solunumu aksatır, hücredeki kan sunun kasılmayla başlayıp gevşemeyle sonuçlanan enerji alışverişlerini bozar. Kimyasal yapım-yıkım bozulur. Aşırı karbon dioksit üretimi, tıpkı bir hayvanı zehirlercesine, hücre kan suyunu zehirler. Zehirlenme tehlikesiyle karşı karşıya kalan özerk yaşama aygıtı yıkıma şiddetli çırpınmalarla yani düzensiz bir aşırı-etkinlikle karşı koyar. Mantık gereği, bundan şu sonucu çıkarabiliriz: hücre çekir dekleri aşırı bir uyarılma ve düzensiz etkinlik evresine girer, kan su işlevi kösteklenir, kan su kütlesi gittikçe küçülmeye başlar. Gerek bütün vücudu, gerek tek hücreleri birtakım temel yasaların çekip çevirdiğini ne kadar yinelesek azdır.

Bu olguda, birlik il kesiyle işlevsel karşıtlık ilkesinin doğrulamasını görmekteyiz. Olağan koşullarda, hücre çekirdeği kan suyla işlevsel bir birlik oluşturmaktadır. Ama hücre kan suyu zehirlenme tehlikesiyle karşı karşıya kalınca, hücre çekirdeği kare aya tebelleş olan hastalık sürecine şiddetle karşı çıkmaktadır. O anda, hücre çekirdeği -daha güçlü bir dirimsel enerji dizgesi olarak- örgensel enerji açısın dan daha zayıf kan sunun çökmeye başladığı alanda «savunma halindedir. Böylece, Hertwig'in bulduğu çekirdek-kan su denkle mi enerji işlevi açısından bozulur, hızla, tehlikeli biçimde çekir dekten yana yeni bir denklem oluşur. Zehirlenme tehlikesi geçi ren kan suya oran1a hücre çekirdeğinin taşıdığı enerji artığı çok önemlidir. Enerji yükü daha da arttığından, çekirdek artık çevreye dirimsel enerji yayma ve hücreyi bölme işlevleriyle, yani tek bir işlev'le yetinmez. Kansu ve kan dolaşımı dizgesindeki büzüşme süreci sırasında dirimsel yaşama enerjisinin çevreye ya yılması azalırken, zehirlenme tehlikesi geçiren hücrelerin çekirdeklerindeki iplik üreten (mitogenetique) ışıma elle tutulur ölçüde artar. Örneğin Klenitzky, dölyatağı urunun oluşmasında bunun doğruluğunu kanıtlamıştır. Gurwitsch, ur özünde gittikçe artan bir işın yayımının varlığını ve büyük bir irgitme (induction: etkileme) gücünün belirdiğini ortaya çıkarmıştır. Hastalanan hücre çekirdekleri bütün vücudun zayıflığını, yetersizliğini gider meye kalkışırlar: örgensel boşalma güçsüzlüğünden ve kan su dizgesinin kasılıp kalmasından ötürü vücudun yenileyemediği dirimsel enerjinin çevreye yayılması işlevini onlar yüklenir. En alt dirimsel düzeyde, hücre çekirdeğinin enerji yayma ve hücre yi bölme işlevleri, bütün kan su dizgesinin doğal örgensel boşalma çırpınmalarının yerini alır. Kanserli dokulardaki aşırı hücre bölünmesi (mitos.iplikçik lenme) de işte böylece açıklanmış olur. Bu bölünmeler artık doğa bilimsel ölçüler içinde olmaz, değişik boyutta hücre çekirdekleri doğar. Kan sunun kendisi de ciddi olarak hastalandığından, sonunda, hücre çekirdeğinin oluşumu bu süreçten etkilenir: çekirdek, güçlü bir ışın yayan, mavi yaşam kabarcıklarına ayrışır. Yaşam kabarcıklarına ayrışma hücrenin tümüne bulaşır, hücrenin sınırlarını aşar, komşu hücrelere sıçrar, biçimsiz bir yaşam enerjisi kabarcığı yığınının oluşmasına yol açar; ölü dokulardan alınmış, içine boya katılmış parçacıklar mikroskop altında incelendiği zaman, bu yığınlar «alabildiğine çekirdekli», eyoğun»,ererıge duyarlı» gözükür. «Kanserli hücreler» adı verilen şu tek hücreler, vücudun bütününde dolaşamayan dirimsel enerjinin yardımıyla, işte bu yaşam kabarcıkları yığınlarından oluşurlar. Çokhücreli canlı işlemez olur; tekhücreli canlı, her türlü enerjisel ve kimyasal yapım-yıkımın kapı dışarı edildiği durgun sulardaki gibi, alabildiğine gelişmeye başlar.

Yaşam gittikçe geriler ve en alt dirimsel düzeyde işlemeye koyulur. Çokhücreli canlının yaşayamadığı yerde, tekhücreli canlı, hele hele küçük bir yaşam kabarcığı bal gibi yaşar. Öldürücü ur, hiç kuşkusuz, vücudun dirimsel enerji üretim tüketim dengesiyle enerji yapım-yakım işlevinin ciddi biçimde bozulmasının en son ortaya çıkan belirtisidir; söz konusu bozul mayaysa, ôrgensel: boşalma güçsüzlüğü yol açar. Öldürücü ur, zehirlenme ve körelme süreçlerinin baş gösterdiği kan sudaki yozlaş- maya, bu gidişten etkilenen hücre çekirdeklerinin başkaldırma sı dır. «Hücrelerin düzensiz çoğalması» ancak böyle açıklanabilir. Hücre çekirdeklerinde kendini gösteren bu süreç, örneğin kay gıdan doğmuş bir sinircede, özerk dirimsel aygıtı etkileyen aşırı sinir bozukluğuna karşılıktır. Öyleyse, zehirlenme tehlikesi ge çiren hücre çekirdeklerinin düştükleri kaygı nöbeti'nden sözet meye hakkımız var demektir. Kaygılı sinir ede, kaygı nöbeti dirimsel çekirdeğe ve bu çekirdeğin dirimsel çevresine bulaşır. Öl dürücü urun ortaya çıkışındaysa, yalnızca çekirdeği etkileyen bir kaygı nöbeti söz konusudur: vücudun dirimsel enerji üretim tüketim dizgesinin dış kesimleri coşkusal açıdan etkilenmemiş- tir. Kaygılı sinire ede, yüreği cendere gibi sıkan tasa bütün vücudu etkiler. Yerel urların oluşmasında, kaygı nöbeti belli bir dokuyla sınırlıdır, dokunun kendi içindeyse, yalnız hücre çekirdeği etkilenmektedir. Kaygılı sinire ede, bütün vücut işlevsel yeteneğini yitirmemektedir. Yerel urda, vücut yavaş yavaş çökmekte, yalnız hücre çekirdekleri canlılıklarını sürdürmekte, yalnız onlar hastalana bilmektedirler. Böylece, cinsel hastalıkların dirimsel çarklarının incelenmesi, son aşamada, hastalıklı hücre çarklarını karşımıza çıkarmaktadır. Yerel süreç, vücudun genel köreltici dirimsel bozukluğunu izlemekte ve ona eşlik etmektedir. Köreltici süreç de kendi için de üç ana evreye ayrılmaktadır:

1. Kasılıp kalma evresi: bu evre (kan dolaşımındaki) süreğen yayılına güçsüzlüğüyle başlamakta, kişilik alanında, yazgıya boyun eğmeyle kendini göstermektedir. Bunun bedensel belirtileri şöyledir: kasların kaskatı kesilmesi, derinin solması, dokularda yeterince dirimsel enerji bulunmaması, örgensel boşalma güçsüzlüğü, kansızlık. Kanserin dirimsel yanı, bu evrede, bütün öbür dirimsel bozukluklara benzer.

2. Körelme evresi: bu evrenin başlıca özelliği, dokusal özün azalması, alyuvarların küçülmesi, genel zayıflık, bütün vücudun dirimsel direncinin azalması, kilo verme, ve son olarak da genel eriyip bitmedir.

3. Çürüyüp kokuşma evresi: dokulardaki hücrelerin dirimsel güçlerinin yetersizliği, kanserli maddelerin çürütücü özlere dönüşmesi, kokuşma bakterilerinin hızla çoğalması (kokuşturucu ayrışma), kokuşma bakterilerinin T basillerine dönüşmesi, T basillerinin bütün dokuyu zehirlemesi, kara kabuk bağlayan kokuşmuş yaralar, vücuttan çıkan çürüme kokusu, ölüm. Köreltici dirimsel bozukluğun belirtileri yaşlılıkta gözlenen gerileme görüngüleriyle çakışır (eyaşlanma belirtileri»). Vücut, yaşlanırken, ancak ölümden sonra çürümek üzere, yavaş yavaş kararıp kurur. Kanserin yarattığı dirimsel bozukluktaysa, evrensel ölüm süreci vaktinden önce başlar ve çok hızlı gelişir. Öldürücü urla can vermek doğa yasa/arına uygun, ama öne alınmış bir ölüm'dür. Hastalıklı bir ölümdür, çünkü çok erken ve çok hızlı gelmektedir; hastalıklıdır, çünkü çürüme süreci hastanın toprağa verilmesinden önce başlamaktadır. Ölüm süreci, yıllarca büzüşüp körelmiş, solunum yetersizliği çekmiş, dirimsel enerjiye (yaşam enerjisine) dayalı işleyişi aksamış bir örgende başlamaktadır; bu sürecin başladığı örgende şunlar gözlenmektedir: dokularda ve dokuyu oluşturan hücrelerde dirimsel enerji yitimi, keseciklere ayrışma, kokuşturucu bakterilerle T basillerinin oluşması. Bu bozulmalar önce kan dizgesini, ona bağlı olarak da bütün vücudu etkiler. Böylece, özerk dirimsel aygıt yavaş yavaş büzüşüp kurur.

Bu süreçse, bozuk cinsel yaşamın sonucudur. Salt bedensel görüngülere değer veren hastalık biliminin yakalayabileceği elle tutulur belirtilerin ortaya çıkmasından çok önce başlar. Bundan ötürü, yerel urun saptanmasında hep geç kalınmış olur. Urun alışılmış yöntemlerle, kesip biçerek, X ışınlarıyla, gamma ışınlarıyla iyileştirilmeye çalışılması için de aynı şey söylenebilir: bu sağaltımın asıl hastalık üzerinde en küçük bir etkisi yoktur. Memedeki bir uru kesip çıkarmanız işe yaramaz, çürüyüp kokuşma süreci durmaz. Kanseri acunsal yaşam enerjisiyle iyileştirmeye girişeceğiniz zaman bu olgular son derece önemlidir: genel körelme ve çürüyüp kokuşma süreciyle savaşmayı bilmiyorsanız, e kanserin geçirilmesinden söz etmeniz boşunadır. Bu ilke, dirim kabarcıkları üzerindeki araştırmalarımız çerçevesinde kanserli farelerden edindiğimiz deneyimlerden çıkarılmıştır. Ve bizim Dirimse! Enerjiyi Araştırma Kurumu'nun kanserin hastalık bilimine ayır mış olduğu dirimsel enerjiyle sağaltım incelemelerine ışık tut muştur. Kanserli hücrelerin, kolayca ayrışan, dirimsel yönden zayıf yapılar olduklarını herkes bilir. Kötü bir rastlantıyla (beyin, karaciğer falan gibi) can alıcı örgenlerde oluşmadığı zaman, öl dürücü ur kendi başına zararsızdır. Bu yüzden, küçük, sıkı bir ur taşıyan kanserliler kendilerini hasta hissetmeksizin yıllarca yaşayıp çalışabilirler. Pek çok insanda, ancak ölümden sonra, ölü nün açılması sırasında ortaya çıkan, yaşarken onlara hiçbir acı vermeyen öldürücü urlar vardır. Kanser sancıları ve genel zayıflık ancak hastalık bütün bedeni kapladığı zaman kendini göstermektedir. O zamansa, işin sonu yakın demektir. Ayrışan kanserli doku her zaman kokuşmuştur, çevreye bir çürük kokusu yayar. Bu ayrışmanın son ürünü, çok sayıda T (ölüm) basilidir. Kanserli hücrenin dirimsel zayıflığı hasta için en büyük tehlikedir; ayrışma evresine girmiş kanserli hücrelerin sayısı arttıkça, bütün vücudun zehirlenmesi olasılığı da artmak tadır. Bu olgunun acunsal yaşam enerjisiyle sağ altım alanında önemi büyüktür: gerçekten de, kanserli hücre kolayca yok edile bilir. Bugün dirimsel enerjiyle sağaltım uzmanının karşısına çıkan sorun öldürücü urun yok edilmesi değil, urların eritilmesin den sonra dört bir yana yayıla~ ayrışma ürünlerinden vücudu arıtmakta karşılaşacağı güçlüklerdir. Bu sorunu çözebilmek için, ayrışma sırasında ortaya çıkan ürünlerin doğal yapısını iyi tanımak gerekir. Şöyle bir deney yapalım: kesilip alınmış bir urdan aldığımız kanserli hücreleri suya koyup kaynatalım ve elde ettiğimiz ürünü inceleyelim. Eriyikte artık oluşmuş kanserli hücre yoktur.

Ama çok iyi tanıdığımız T basillerinin kum gibi kaynaştıklarını görürüz . Sağlıklı bir doku kaynatıldığı zaman mavi yaşam kabarcıklarına ayrışır. Kanserli dokuysa T basillerine. Mavi yaşam kabarcıkları vücuda yararlı, T basilleriyse zararlıdır. Acunsal yaşam enerjisiyle sağaltım uzmanı için sorun, öldürücü ur/arın ortadan kaldırılması değil, ayrışmayla ortaya çıkan ürünlerin yok edilmesidir. Vücudun çürüyüp kokuşmasını tek tek örgenlerde değil, kanda ve türlü dış salgılarda saptayabileceğimizi söylemeye gerek yok. Her türlü çürüyüp kokuşma canlı yapının körelmesi ve yaşam kabarcıklarına ayrışmasıyla başladığı için, alyuvarların biçimini ve işlevini iyi incelemek son derece önemlidir. Sağlıklı alyu varlar iyice şişkindir, 2000'lik büyütmeyle yürek gibi küt küt atışları kolayca görülür; körelmeye başlamış olanlarsa küçülürler, çoğu kez yuvarlak, ama daha çok yumurtamsıdırlar, açılıp kapanmaları ya aza indirgenmiş ya da yok olmuştur. Sağlıklı alyuvarların çevresinde geniş bir dirimsel enerji çemberi vardır, bu çember yoğundur, parlaktır. Körelmeye başlamış alyuvarların çevresindeyse zayıf ışıklı, ince bir çember görülür. Şişkin değildirler, zayıf bir zarla kaplıdırlar. Körelme zarın zayıflığını ortaya vuracak kadar ilerlememişse, bir sodyum klorür (tuz) eriyiğine attığımız zaman alyuvarların hızla yok olduklarını ya da biaid düklerini görürüz. Buna karşılık, aynı işlemi sağlıklı alyuvarlara uyguladığımız zaman, en az yarım saat ilk biçimlerini koruduklarını saptarız. Büzüşme sürecine girmiş alyuvarlarsa birkaç saniye ya da dakikada yok olur giderler, zarları pörsür, e'T çomağı» haline gelirler . Sivri uçlu T basilleri kanserin yol açtığı hücre yozlaşmasının aşamalarını gösterir. Burada «kansere elverişli» nitelemesi körelmeye yüz tutmuş'la eş anlamlıdır (alyuvarların «duygulanımsal hastalığı»). Sağlıklı alyuvarlar sodyum klorür (kaya tuzu) eriyiğinde yavaş yavaş -mikroptan arıtma odasındaysa hızla- mavi yaşam kabarcıkları'nı dönüşürler. Kanserli hücrelerse açıkça ya da yaklaşık olarak T cisimciklerine dönüşür (olağan «B tepkisis-ne karşıt olmak üzere, buna «T tepkisi» deriz). Sağlıklı kan et suyuna konduğunda mikrop üretmez. Kan serli kansa hem kokuşma bakterileri, hem T basitleri üretir. Ayrıca (20aO'lik ya da daha yüksek bir büyütmeyle), bir kanserlinin kanındaki iğ biçimindeki kokuşma bakterileriyle T basillerini görebiliriz. Demek ki, kanser sürecinin erken tanınmasında kan çok işe yarar. Hatta ben daha ileri giderek, kanserin yarattığı genel büzüşmeyle onun kaçınılmaz sonucu olan körelmenin önce kan dizgesini etkilediğini öne süreceğim. Çünkü kan, değişik örgenleri birbirine bağlayıp bir bütün oluşturan ve bütün örgenleri besleyen «can suyu»dur. Dolayısıyla, kansere karşı verilecek dirimsel enerjiyle sağaltım savaşında da en önemli görev kan'a düşmektedir. Bu yüzden, kanın dirimsel enerji işlevini iyi tanımak zorundayız, Bu arada, öldürücü urların yayılmasını açıklama ereğini güden bir kurama değinmek isterim. Bu kurama göre, kanserli hücreler ilk urdan yola çıkmakta, kan dolaşımıyla daha başka ör- ,günlere taşınmakta, orada yeni urlar oluşturmaktadırlar; bunlara «öteye geçmiş ur» (metastase) adı verilmektedir.

Oysa, şimdi ye dek hiç kimse bu süreci doğrudan gözleyememiştir. Bu var sayım geçerli midir? Bizim bu hastalık konusundaki görüşümüz, aynı derecede savunulabilir başka bir açıklama getirmektedir: kanserli hücreleri bir yerden ötekine kanın taşıdığını varsayma ya gerek yoktur. Büzüşme ve körelme-kokuşma süreci dizgesel (systemique) olduğundan, yerel urlar, aynı ya da ayrı zamanlarda, vücudun birçok yerinde ortaya çıkabilirler. V. Bölüm'de anlattığım hastalık olayı, kanser sıçramalarının yerinin yerel kasılmalarla ve dirimsel-işlevsel bozukluklarla belirlendiğini göstermişti. Dolayısıyla, büyük karın kasının sürekli gergin dur masından ötürü bir öldürücü ur belirebilir; bunun ardından, karın bölecindeki kasların sürekli kasılmasıyla, kaburgalarda ya da omurlarda yeni urlar oluşabilir. Kasların sürekli gergin durması dirimsel bozukluğu gösteren işlev aksaklıklarıdır ve vücutta genel olarak bir kasılma/büzülme eğilimi bulunduğunu gösterirler. ilk urdan epey uzaklarda ortaya çıkan sıçramalarla hasta dokuların yakınında beliren urları birbirinden ayırmak gerekir; bu ikinciye örnek, dışkılıktaki bir kanserin sidik torbasına sıçramasıdır. ileriki gözlemler tarafından doğrulanmak ya da çürütülmek üzere, lösemi adıyla bilinen kan kanseri konusunda da bir var sayım ortaya atalım. Alyuvarların büzüşmesi ve ayrışması kan serin en genel ve ilk belirtisiyse, akyuvarların çığ gibi çoğalmalarını açıklamak kolaylaşır: akyuvarların görevi, alyuvarlar gibi, dokuları oksijenle ve acunsal yaşam enerjisiyle beslemek değildir, onlar vücuda giren «yabancı» mikroplara karşı savaşmak la görevlendirilmişlerdir. Bundan ötürü, akyuvarlar -lökositler, lemfositler ve fagositler- birtakım yabancı cisimler (mikroplar, pislikler) vücudun özsuyunu kapladıkları zaman ortaya çıkarlar. Vücuttaki irinşişler de, mikrop kapmış yaraların irinlenmesi de çok sayıda akyuvarın belli bir yere toplanmasıyla oluşur.

Alyuvarlar ayrışmaya başladıkları zaman, vücuda zararlı ve yabancı maddelere dönüşürler. O zaman, ayrışmış alyuvarların üstesinden gelebilmeleri için, akyuvarların savunma gücünün de elle tutulur ölçüde artması gerekir. Dolayısıyla -kan kanserinin en belirgin özelliği olan- kanın aklaşması, vücudun, alyuvarların büzüşmesi ve T" basillerine dönüşmesi karşısında gösterdiği doğal tepkiden başka bir şey değildir. Bundan ötürü, kan dizgesinin daralmasına yol açan bütün öbür hastalıklarda akyuvarların büyük ölçüde arttıkları görülür. Akyuvarlar alyuvarları bastırırsa ve vücut yeterli sayıda yeni alyuvar üretemeyecek kadar zayıf düşmüşse, kaçınılmaz son yaklaşmış demektir. Kanserin acunsal yaşam enerjisiyle iyileştirilmesi konusun da şu soru akla gelebilir: kandaki alyuvarların ayrışması süreci durdurulabilir ya da önlenebilir mi? Bu soruya verilecek açık seçik ve olumlu yanıt, kanserin başlamadan önlenmesinde bize yepyeni bir yol açacaktır. Daha ilerde, öldürücü urdaki kanserli hücrelerin başlangıç ta bir hastalık belirtisi gibi değil, hastalıklı bir sürece karşı bir savunma diye ortaya çıktıklarını göreceğiz. Şimdi bu önerme in sana devrim yaratıcı geliyor, ama aslında son derece sıradan bir gerçekliktir. Kanın sağaltım işlevi sorununu biraz daha derinleştirmez den önce, okurun kendi kendine sormaktan geri kalamayacağı iki soruyu yanıtlamak isterim:

1. Kanserli hücrenin gelişmesinin belirttiğim çizeme (şema ya) göre olduğunu nerden bilelim? Keseciklere ayrışmış dokulardan kanserli hücrelerin oluşmasını adım adım izleyebilmek için insan vücudu ikide bir kesilip açılamaz elbet. Ancak soru yerindedir ve bir yanıtı vardır (1937-4 ı yılları arasında fareler üzerinde yaptığımız deneyleri anlatan ileriki sayfalara bakın).

2. Geleneksel kanserbilimin temel yanılgısı nerzdedir? Yukarda ayrıntılarıyla açıkladığım süreç nasıl olmuş da hiç göze çarpmamıştır? Bu soru da yerindedir. Bu iki sorunun yanıtı tek ve aynı olgudadır: geleneksel kanserbilimin temel yanılgısını oluşturan es geçme, kanserli hücrenin evrim aşamalarının bilinmemesinden de sorumludur: biz de. şimdi işte bu soruna eğileceğiz.

SENDE YORUM YAP!

Whatsapp