Sıklık, seyir ve sonlanım

Sıklık, seyir ve sonlanım :

Sıklık
ABD'de major depresyon yaygınlığı %3-5 kadardır. Bir yıllık prevalans %2.6-6.2 olarak verilmektedir. Hayat boyu risk erkekler için %3-12, kadınlar için %10-26'dır. Görüldüğü gibi kadınlarda iki kat daha fazladır. Bu fark gerçek bir farktır. Yardım arama davranışlarındaki farklılıklardan kaynaklanan bir fark olarak değerlendirilmemektedir. Depresyon kadınlarda 18-44 yaşları arasında özellikle de 25 yaştan sonra daha fazladır. 45-65 yaşları arasında cinsiyet farklılığı azalmaktadır. 65 yaştan sonra kadınlar aleyhine olasılık yeniden artmaktadır. Hastaneye başvurular 40-60 yaşları arasında daha fazladır. Herhangi bir affektif bozukluk için yaşam boyu prevalans %7.8 kadardır. Bu oranlar değişik etnik gruplarda büyük ölçüde farklılık göstermemektedir. Bu olguların önemli bir bölümünün tıbbi uygulama dışında kaldığı düşünülmektedir. Bipolar bozukluk ve alkolizm tanısı alanların birinci derece akrabalarında major depresyon olasılığı yüksektir. Ortalama başlangıç yaşı 20-30 yaşlar arasındadır. ECA çalışmalarına göre major depresyonun ortalama başlama yaşı 27'dir. Ancak çocuk ve ergen lerde artıyor gibi görünmektedir.

Kadınlarda sıklıkla ilk atak doğum sonrası dönemde çıkabilmektedir. Postpartum depresyon olguları daha sonraki doğumların ardından depresyona girme yönünden daha duyarlıdırlar. Menapoz döneminde depresyon olasılığı daha yüksek değildir. Diğer bir deyişle menapoz kadınlar için depresyon yönünden risk etkeni değildir. Akut atak geçiren lerin yaklaşık %12-20 kadarında depresyon süregenleşme eğilimi gösterir. Yineleyici depresyonlar kadınlarda daha sıktır. Kadınlarda depresyonun erkeklere göre iki kat fazla olması erkeklerin belirtilerini alkol kullanımı ya da değişik eyleme vurum davranışları şeklinde ifade etmesi, kadınların bu olanakları kullanamamaları, aynı stres etkeni karşısında daha yoğun belirtiler göstermeleri biçiminde açıklanmaktadır. Diğer önemli bir açıklama da hormonal nedenler ve geleneksel kadın rolü ile ilgilidir. Ayrıca kadınlarda gebelik. doğum, premenstrüel dönem gibi biyolojik ve psikolojik olarak depresyona yatkınlık yaratan ek özellikler vardır. Kadın erkek farklılığı için nörotransmitter sistemleri ile ilgili bazı görüşler de ileri sürülmektedir. Dopamin, kolinerjik işlevler, hipotalamopituiter adrenal sistem açısından cinsiyete göre bazı farklılıklar bulunmaktadır. Bu gözlemler depresyona yatkınlığın ve belirtilerinin gonadal hormonlardan bir şekilde etkilendiğini göstermektedir. Bu hormonların duygu durumu ve davranışı çok yönlü olarak etkilemesi güçlü bir olasılıktır. Ancak prepubertal dönemde de kızların erkeklere göre daha fazla depresyon göster meleri depresyondaki cinsiyet farklılığının sadece gonadal hormonlarla açıklanamayacağını düşündürmektedir. Bu nedenle gelişimsel dönemlerdeki etkiler daha fazla vurgulanmaktadır. Birçok stres etkeni ve olumsuz yaşam olayları kadın ve erkekleri eşit olarak etkilerken tecavüz ve seksüel kötü davranılmadan kadınlar daha fazla etkilenmektedir.

Gelişimsel dönemlerde çocuklara karşı tutum farklılıklarının depresyona duyarlılığı arttırması güçlü bir olasılıktır. Örneğin kız çocukları daha yakın gözetime tabi tutulmakta ve erkeklere göre daha fazla korunmaktadır. Bu tutum farklılıklarının depresyona yatkınlığı değiştirebileceği ileri sürülmektedir. ECA çalışmalarında depresyon atağı geçirenlerin %9'u aynı anda mani öyküsü de vermişlerdir. %7 kadarı da mani ölçütlerini tam olarak karşılamayan öfori ve irritabilite belirtileri yanında bazı mani belirtilerini gösteren dönemler de tanımlamışlardır. Eğitim düzeyi düşük olanlarda ve fakirlerde de olasılık art maktadır. Bu olguların tedaviye yanıt olasılıkları da daha düşüktür. Toplumda anksiyete bozuklukları daha sık görülmekle birlikte psikiyatrik nedenlerle hastaneye yatışlarda depresyon anksiyete bozukluklarından önde gelir. Erişkinlerin hayatı boyunca bir depresif epizod gösterme olasılığı %15 kadardır. Distiminin de katılması halinde bu oranın %20-30 kadar olacağı ileri sürülmekte dir. Ancak bu hastaların tamamı tıbbi yardım aramamaktadır. Distiminin bir yıllık prevalansı ise %2.3-3.7 arasındadır. Duygu durum bozuklukları için insidans (bir yıl içinde izlenen yeni olgu sayısı) %0.01-0.02 olarak verilmektedir. Bu olguların %10-20 kadarını mani, kalanlarını da depresyon oluşturur. Depresyon konusunda yapılan çok merkezli çalışmalara göre depresyon hızında artış görülmektedir. Buna ek olarak başlangıç yaşı daha erken olmakta, kadın-erkek oranı da giderek azalmak tadır.

Evliliğin kadında depresyon için bir dezavantaj olduğu depresyona duyarlılığı arttırdığı ileri sürülmektedir. Gerçekte evli kadınlarda depresyon evli erkeklere göre daha sıktır. Bekar bir kadın, bekar bir erkeğe göre daha az psikiyatrik bozukluk göstermektedir. Evlilikteki ayrılma stresi ya da boşanma depresyon olasılığını arttırmaktadır. Kadın ve erkeklerde depresyon sıklığı ile ilgili olarak aşağıdaki sıralama yapılabilir (en azdan en sıka doğru):

• Evli erkek
• Evli kadın
• Bekar veya dul kadın
• Bekar, dul, boşanmış erkek
• Ayrı yaşayan ve boşanmış erkek

Çocukluk depresyonları erkeklerde sıktır. Çocukluk çağı depresyonlarında uyku bozuklukları daha az izlenmektedir. Depresyon birinci basamak sağlık hizmetlerinde de sık izlenen hastalıklar arasında yer almaktadır. Bir hekimin günde birkaç depresif hasta görmesi olasıdır. Olguların önemli bir bölümü ruh sal bir hastalıklarının olduğunun farkında değildir. Olgular sıklıkla yorgunluk, baş ağrısı, sırt ağrısı gibi müphem yakınmalar gösterirler. İrritabilite ve işte verimliliğin azalması çok sıktır. Bu yakınmalar sıklıkla hastalar tarafından fiziksel hastalıklara bağlanır. Bu şekilde yardım arayabilirler. Bu açıdan bakıldığında birinci basamak sağlık hizmetlerinde depresyonun tanınmasının önemi kolayca görülecektir. Depresyon için risk etkenlerini aşağıdaki gibi sıralayabiliriz:

• Erken ebeveyn kaybı
• Madde ve alkol kötü kullanımı
• Anksiyete bozuklukları
• Kadınlar
• Düşük sosyo-ekonomik düzey
• Ayrı yaşama, boşanmış olma
• İşsizlik
• Daha önce depresyon geçirmiş olma
• Yakın zamanda önemli yaşam olayları, stres etkenleri
• Kişilik yapısı
• Çocukluk döneminde kötü davranılma öyküsü
• Bazı ilaçlar
• Tıbbi hastalıklar
• Hormonal değişiklikler: Estrojen ve progesteron düzeyi değişiklikleri kadınlarda duygu durum değişikliklerine neden olur.

Ayrıca adet dönemindeki hormonal değişmeler de duygu durum değişikliğine neden olur. Doğum sonrası hormonal değişmeler de depresyona yatkınlık yaratır. Doğum kontrol ilaçlarının da depresyona yatkınlık yarattığı veya depresif belirtilere neden olduğu bilinmektedir. Depresyon olgularında son 6 ay içinde işsiz kalma oranı depresyon olmayanlara göre 3 kat daha fazla bulunmaktadır. İşsizlik bir risk etkeni olabileceği gibi işte verimliliğin azalmasının da nedenidir. İş kayıpları buna da bağlı olabilir. Sosyo-ekonomik düzeyi düşük olanlarda belirti süresi daha uzun bulunmaktadır. Bu yüksek olasılıkla tedavi hizmetini almakla ilgili eksiklikten kaynaklanmaktadır. Bipolar olguların eğitim düzeyi unipolarlara göre daha yüksek bulunmaktadır. Major depresyon bakımevlerinde, ceza evlerinde yüksek orandadır. Bipolar depresyonlar ile unipolar olgular bazı yönlerden farklılık göstermektedirler:

• Genel olarak depresyon kadınlarda daha sık iken bipolar depresyonlar her iki cinste eşit orandadır.
• Bipolar depresyonlar yüksek sosyo-ekonomik düzeyde daha fazladır.
• Bipolar depresyonlar evli veya bekar olmakla bağlantı göstermez. Evlilik sorunları bipolar olgularda daha fazladır.
• Bipolar depresyonlar olmayanlara göre yaklaşık 10 yıl erken başlar.
• Yaşam olayları iki tür depresyona da yatkınlık yaratır.
• Depresyona yatkınlık yaratan kişilik sorunları bipolar olgularda daha azdır.

Seyir ve sonlaım Unipolar depresif olguların %85 ya da daha fazlası bilinen olağan tedavi yöntemlerinden yararlanır. Tedavi edilmeyen olgular ise 6-24 ayda remisyona girerler. %5- 10 kadar olguda ise iki yıldan fazla sürer. Tedavi ile bu süre birkaç hafta ile birkaç aya indirilebilmektedir. Tedaviye erken başlamak yanıt alma süresini kısaltır. Yanıt alma süresi ağır ve süregen olgularda daha uygundur. %10-15 olgu ise süregen seyir gösterir. Altta yatan süregen depresyonla yineleme hızında artma arasında istatistiksel açıdan da önemli bir benzerlik bulunmaktadır. Başlama yaşı yönünden aynı aile bireyleri arasında ilişki vardır. Erken başlayanlarda yineleme olasılığı daha yüksektir. Stres etkenleri ile başlaması arasında bir ilişki olabilmekle birlikte bu zorunlu değildir. Depresyon yaşam boyu ataklar ve yinelemelerle sürer. Depresyon biyolojik etkenler, kişi ve çevre arasında karşılıklı etkileşime neden olur. Ego gücü az olan, kişilik sorunu olan olgular ve engellenmeye dayanma gücü az olan kişilerde seyir ve prognoz daha kötüdür. İlaç ve psikoterapinin birlikte kullanıldığı olgularda prognoz daha iyidir. Bir atak geçiren olguların yarısında hastalık tekrarlar. Atak sayısı arttıkça yineleme olasılığı da artar. Atakların süresi değişkendir. Günler olabileceği gibi yıllarca da sürebilir. İntiharlar da prognozu etkiler. Süregen olgularda ve unipolar olgularda bu oran daha yüksektir. Diğer bir anlatımla seyri birçok etkene bağlı olarak değişkenlik gösterir. Yineleme olasılığı düzelmenin hemen ardından en yüksektir. %25 olgu 12 hafta içinde, %12 olgu ise 4 hafta içinde yineler. Ardından yineleme olasılığı düzenli bir biçimde azalır. Toplam yineleme oranı ilk ataktan sonra %50, 2. ataktan sonra %70, 3. ataktan sonra %90 kadardır. Antidepresan ilaç tedavisinin erken kesilmesi ile yinelemeler arasında belirgin bir ilişki bulunmaktadır. Örneğin bir yıldan önce ilaç kesilmesi ile bir yıl içinde yineleme olasılığı %50 iken, antidepresan tedavinin remisyondan sonra bir yıl sürdürülmesi ile yineleme olasılığı %10-15'e kadar düşmektedir.

Birincil affektif bozukluk olgularında ara dönem işlevselliği genellikle iyidir. Kalıntı belirtiler olasıdır. Prognoz her zaman iyi olmayabilir. Ancak şizofreni ve şizoaffektif bozukluklardan daha iyidir. Depresyon yineleyen bir hastalıktır. Bu özelliği ile yaşam kalitesini önemli ölçüde bozan bir hastalıktır. Bir kez depresyon geçirenlerde yaşam boyu yineleme olasılığı %75'den fazladır. Ortalama atak sayısı 5 kadardır. Olguların %50'si tam olarak düzelir. %30 olgu önemli ölçüde düzelir. %20 olgu ise süregenleşme eğilimi gösterir. Olguların %20'si intihar girişiminde bulun maktadır. %15 olgu ise intiharla ölmektedir. İntihar eden olguların %70'inin son 6 aylarında birinci basamak hekimlerince görüldüğü bilinmektedir.

SENDE YORUM YAP!

Whatsapp