Yaşlanmaya Etki Eden Faktörler

Yaşlanmaya Etki Eden Faktörler

Yaşlanma, tek faktörün etkisiyle gelişen bir süreç değildir. Bu konuda skala- nın bir ucuna birincil (genetik) faktörleri, diğer ucuna ikincil faktörleri (genetik dışı-çevresel) koymak yanıltıcı olmaz. Zira önceki bölümde de bahsedildiği üzere, hücresel düzeyde başlayan yaşlanma sürecinin organ düzeyine geçiş hızını bu iki faktörün, yani genetik ve genetik dışı faktörlerin etkileme düzeyi belirlemektedir. Burada tabii ki genetik faktörlerin altını özellikle çizmek gerekiyor. Konunun daha iyi anlaşılması için çevremize bakmamız yetecektir. Kısa bir gözlemle aynı kent, aynı yaşam zorlukları, aynı yaşam olumsuzlukları, hatta benzer stres koşullarında yaşlanılmasma rağmen bazı insanların dış görünüş veya organ fonksiyon bozukluğu açısından yaşlılığa daha yavaş, buna karşın bazı insanların daha hızlı geçiş gösterdiğini hemen tespit edebiliriz, işte böyle bir farkta, temel ve belirleyici unsurun genetik faktörlerden kaynaklandığı kabul edilmektedir. Her insan, kendine özgü bir şifrelenmeyle dünyaya gelmektedir. Bu öyle bir sistemdir ki, bazen aynı anneden doğan kardeşler arasında bile çok çarpıcı farklılıkların bulunduğu gözlenmekte, döllenme esnasında anne ve babadan alman genetik mirasın çapraz değişiminin (cross-over’ın) oldukça etkili olduğu kabul edilmektedir.Fakat yalnızca genetik mirasla bu süreci açıklayabilmek mümkün değildir. 
 
Yapılan bazı çalışmalarda aynı yumurta ikizlerinin (yani genetik mirasları benzer kişilerin) dahi farklı çevrede yetişmeleri durumunda, doku ve organ fonksiyonlarında bozulma sürecinin farklı geliştiği gösterilmiştir. Bu da aslında, genetik mirası işleyen diğer önemli faktörün çevresel etkenler olduğunu göstermektedir.Bu son anlatılanlardan çıkarılacak sonuç şudur: Genetik yapınız ne kadar kuvvetli, zamanın etkilerine karşı ne kadar dirençli ve yaşlanmayı geciktirmeye ne kadar müsait olursa olsun; çevre faktörünün etkisiyle, o kuvvetli genlerin sağladığı geç yaşlanma, uzun ömür gibi yetenekler işe yaramaz hale gelebilir. Zira şayet bedeninizi hor kullanıyorsanız, kötü ve kalitesiz bir yaşam sürüyorsanız, sigara, alkol vb. olumsuzluklarla bedeninizi tüketiyorsanız, ebeveynlerinizden size aktarılan genetik yetenekler de belirli bir sınırdan sonra iş görmez hale gelir, koruyuculuklarını yitirir.Aslında genetik faktörleri bir saatin akrebine, çevresel faktörleri ise yelkovanına benzetmek yanlış olmaz. Yelkovanın hızlı dönüşü (günlük yaşantımızdaki stres, beslenme, hava kirliliği ve birçok faktör), genetik yapımızı, yani akrebin hareketini de hızlandırarak yaşlanmayı -genetik yeteneklere rağmen- çabuklaştırabilmektedir.
 
Peki o halde, bu faktörlerdeki sınırlar nerede başlayıp nerede bitmektedir? Gerek genetik gerekse genetik dışı faktörlerin dengesi bozulduğunda yaşlanma hızında artış olur ve veya hastalıklar gelişir.Birincil faktör: 

Genetik şifrelerle nereye kadar?

Hücresel yaşamın sırrı, DNA’ya etki eden faktörler ile DNA’da sürüp giden onarmalar arasındaki dengede gizlidir. Ancak DNA şifrelerinin yaşam kaliteniz ve sağlığınızın tek belirleyicileri olmadığı artık iyice anlaşılmıştır. Genetik miras, kader olarak görülmesine rağmen, kesinlikle değiştirilemez değildir. Dalga örneğinde olduğu gibi, çok sert kayaların bile kendisini sürekli döven dalgalar (yani serbest radikaller) karşısında yapısı değişmektedir. Hücrelerinizi yaşlandıran, hastalandıran ve hücre yaşam süresini kısaltan biyokimyasal bir süreçtir. Bedeninizin günlük metabolik faaliyetleri ile ürettiği ya da çoğunlukla çevreden beslenme, soluma, ışıma veya temas yollarıyla aldığı “serbest radikal” grupları yoluyla hücrelerimiz üzerinde bir basar süreci gelişir ki, bu seyri “oksidatif stres” olarak tanımlarız.Buna karşılık, dalgakıran gibi görev yapan antioksidanlar, vücudumuzun serbest radikallere bağlı hücresel hasarını (oksidatif stresi) azaltabilir. 
 
Araştırmalar, antioksidan kapasitesi yüksek besinlerin hücreleri yaşlandıran ve hasar veren serbest oksijen radikallerini emme kapasitesinin fazla olduğunu ortaya koymuştur.Unutmamak gerekir ki, hayat kalitesine en çok ihtiyaç duyulan zaman dilimi yaşlılıktır. Genetik mirasınız kötü bile olsa, orta yaşlarda yapacağınız bazı basit ama çok önemli yaşam tarzı değişimleri size daha kaliteli bir yaşlılık dönemi sunabilir. Yakın zamanlara kadar insanların kabusu olan ve ömrü kısaltan şeker, tansiyon vb. hastalıklarını çekenler, bugün artık tıbbi tedaviler, ama daha da önemlisi günlük yaşamlarında (beslenme, stresten kaçınma, egzersiz vb.) kendilerine gösterdikleri özenli uygulamalar sayesinde, diğer insanlar gibi rahatça yaşamlarını sürdürebilmektedir.
 
Dolayısıyla DNA’ya etki eden, onu bozan, onun taşıdığı yetenekleri işlemez kılan çevresel zararları; örneğin doymuş yağları, serbest yağ asitlerini, serbest radikalleri, sigarayı, alkolü, güneş ışınlarını, endüstriyel kirliliği, hipertansiyonu, kolesterolü, kan şekeri yüksekliğini vb. olumsuzlukları yaşamımızdan uzak tutmak, yaşam kalitesi ve süresini belirlemede etkili olabilmektedir. Tıp biliminin ulaştığı gelişmişlik düzeyini de bu faydalı uygulamalarla birlikte düşündüğümüzde, ortaya daha uzun, kaliteli ve keyifli bir yaşamın çıkacağı aşikârdır.
 
İkincil faktörler (genetik dışı-çevresel): Nasıl yaşamalı?İkincil faktörler arasında en önemli olanların başında, yine kişisel özelliklere bağlı olarak değişen yaşam tarzı gelmektedir. Bunun dışında etki eden, çoğunluğunu çevresel faktörlerin oluşturduğu ikincil nedenler şöyle sıralanabilir:
 
• Stres
 
• Beslenme tarzı
 
• Hava kirliliği
 
• İklim
 
• Kimyasal maddeler
 
Bugün artık yaşam tarzınızda gerekli değişimleri yaparak genetik mirasımızdan gelecek olumsuzlukları bile öteleyebiliyor, önleyebiliyoruz. Doğru ve dengeli beslenme, sigaranın bırakılması, düzenli egzersiz yapılması doğru bir yaşam için atılacak ilk adımlardır. Ayrıca daha az kalori ile ideal kilonuzu sürdürerek, egzersizin koruyucu etkilerinden faydalanarak genetik yatkınlık olsa bile diyabetten, hipertansiyon veya koroner kalp hastalığından, kanserden uzak, sağlıklı bir yaşam sürebilirsiniz.Bu aşamada daha önceki sayfalarda bahsettiğimiz bir konuyu yeniden hatırlatmakta fayda var. Unutmamak gerekir ki, ikincil faktörlerin etki mekanizması, serbest radikaller üzerinden gelişmektedir. 
 
Vücutta metabolik işlemler sonucunda oluşan hidrojen peroksit veya yağlı besinlerin yüksek sıcaklıkta işlenmeleri, pişirilmeleri sonucu oluşan lipit peroksit akla ilk gelen serbest radikallere örnektir. Bu bileşikler “oksidatif stres’” adı verilen kimyasal işlemlerle genetik materyal DNA’yı hasara uğratarak hücre ölümünü artırmaktadır. Tüm yaşam tarzınızı değiş tirşeniz ya da çevreden maruz kaldığınız toksinleri, kirleticileri, ağır metalleri ve diğer tehlikeli maddeleri tümüyle ortadan kaldırsanız bile, serbest radikallerden tümüyle kaçmanız olanaksızdır. Çünkü vücudunuzda gerçekleşen her işlemde, her aşamada bu bileşikler doğal olarak ortaya çıkmaktadır.
 
Ancak etkisine maruz kaldığımız serbest radikallere karşı bedenimiz çaresiz değildir. Zira serbest radikallere maruz kaldığımız zaman bedenimizdeki muazzam bir mekanizma devreye girmekte ve vücudumuzda bulunan doğal antioksidan savunma sistemleri sayesinde bu kararsız elektron yüklü kimyasallar büyük ölçüde yok edilmekte veya uzaklaştırılmaktadır.Tabii bu bilgi de bizi tam olarak rahatlatmamalıdır. Çünkü ne yazık ki, bu mükemmel sistem, her zaman düşünüldüğü gibi çalışmayâbilmektedir. 
 
Şayet antioksidan besinleri yeterince tüketmez ya da antioksidan etkili ekdesteklerden yararlanmazsanız, kendilerini bedenimizden uzaklaştıran savunma bariyerlerinden kurtulan serbest radikaller, hücrelere zarar vererek (kanser, ateroskleroz, yaşlanmaya bağlı oluşan kardiyovasküler hastalıklar ve merkezi sinir sistemi hastalıkları gibi) birçok hastalığın başlangıcına zemin hazırlar ve erken yaşlanmanıza neden olurlar.Eğer vücudunuzda üretilenler ve dışarıdan aldığınız toplam serbest radikal yükü karşılayabileceğinizden fazlaysa yaşlanma süreci hızlanır. Sert vuran dalgalar, hücrenin özellikle enerji ocaklarındaki şifrelerini bozar, zarar gören hücrelerse erkenden yaşlanır ve beklenenden önce ölür.
 
Serbest radikal etkilerine maruz bırakan durumlar
 
Sigara ve alkol: Sigara ve fazla miktarda alkol tüketimi önemli yaşlanma faktörleridir. Bunlar, yaşlandırıcı alışkanlıkların en önemlileridir. Sigara ve alkol, damarların bilinen en güçlü toksinleridir.Hava kirliliği: İnsanoğlu, doğanın kendini onarma kabiliyetini her geçen gün biraz daha fazla engellemekte ve yaşayan organizmalar için biraz daha zarar vermektedir. Dünyanın detoksifikasyonunu sağlayan yeşil örtü yek edilirken, diğer taraftan petrol ve ilişkili kimysal ürünleıinin daha fazla tüketilmesi, özellikle kentlerdeki yaşamı olumsuz etkilemektedir. Hava kirliliği ve ilişkili kimyasallar, vücut için zararlı olan serbest radikalleri ortaya çıkararak hücre ve doku düzeyinde olumsuz etkilere yol açar. 
 
Kronik akciğer hastalıkları, koroner kalp hastalıkları ve birçok kanser tiplerinin gelişimini kolaylaştırır.Stres: Vücut dengesini bozan önemli unsurlardan birisidir. Stresle birlikte hormonal denge değişmekte ve metabolizma döngüsü farklılaşmaktadır. Bu etkilerle oksidan madde döngüsü ve oluşumu hızlanmaktadır. Yapılan çalışmalar, stresle birlikte vücuttaki tüm damar fonksiyonlarının olumsuz olarak etkilendiğini göstermektedir.

Yaşlılıkta Fiziksel Değişiklikler

Yaşlılıkta Vücutta Oluşan Fiziksel Değişiklikler şunlardır:

Vücut Ağırlığı: Genellikle 60 yaştan sonra ağırlık kazanım hızı yavaşlar. Özellikle de 80 yaştan sonra ağırlıktaki azalma daha belirginleşir.

Vücut Kompozisyonu: Vücut kompozisyonunda yaşla birlikte bazı değişiklikler gözlenir. Yağsız doku miktarında azalma ve yağ miktarında bir artış olur. 80 yaş ve sonrasında yağsız dokudaki azalma hızlanır. Kadınlarda yağsız doku miktarı erkeklerden daha azdır. Yağsız doku küt­ lesindeki azalma, kas miktarında ve kuvvetinde de azalmaya neden olarak yürüyüş ve dengeyi etkiler, düşme ve kırık riskini artırır.

İskelet Sistemi: Yaşlılıkta kemiklerdeki kalsiyumda azal­malar olur. Kadınlar, yaşlılık döneminde, yarısı menopoz­dan sonraki ilk 5 yılda olmak üzere toplam iskelet kalsiyu­munun % 40’ını kaybederler. Bu kayıp yavaşlayarak sürer. Ayrıca, eklem esnekliğinde azalma ve eklem hareketlerinde kısıtlılık nedeni ile hareketlilik azalır. Bu etki, hem besinlere ulaşmada zorluk nedeni ile yetersiz beslenme hem de fizik­sel aktivite kısıtlığı nedeni ile şişmanlık riski yaratabilir.

Su Metabolizması: Vücuttaki su yüzdesi azalarak % 60’dan % 50’ye düşer. Susama hissinin azalmasına bağlı olarak su alımı azalır. Buna karşılık vücuttan su kaybı fazladır. Su kaybı, su ve diğer sıvı besinlerin fazla tüketilmesi ile telafi edilmezse ciddi sağlık sorunları ortaya çıkabilir.

SENDE YORUM YAP!

Whatsapp