Soyaçekim sorunu üstüne bir açıklama

Soyaçekim sorunu üstüne bir açıklama :

Şimdi, kanser sorunuyla iyi kötü tanışmış okur bize haklı olarak bütün bu işlerde konserin atadan kalması'nın nasıl bir yer tuttuğunu soracaktır. Kanserin ancak belli fare türlerinde görüldüğü, insanlardaysa özellikle kimi ailelerde daha sık rast landığı kanıtlanmamış mıdır? Ben yazılarımda kalıtımın varlığını yadsımadığımı sık sık belirtmişimdir, Ama aynı kararlılıkla, tü reyim-bilimin (genetique'in) bize söz konusu soyaçekimin somut olarak nerde kendini gösterdiğini ve dirimsel düzlemde nasıl işlediğini söyleyemediğini de öne sürüyorum. Döl, türetken-hüc re, kalıtım etkeni anlamına gelen «gen» kavramının en küçük bir kılgısal ya da kuramsal değeri yoktur. Cinsel tutumbilim, daha başından, birtakım özellik ve hallerin atadan oğula aktarılması çarklarını, türeyim,bilimin es geçtiği bu iç düzenekleri tartışmaya hazırdı. Ben burada iç düzenek derken, «katılımsaI maddeler»den değil, kansu işlevleri'nden söz ediyorum. Kanser üzerinde araştırma: yaparken soyaçekim sorununa, kişisel yatkın lıkların atadan oğula kalması kavramından hiçbir şey ödünç al mayan, beklenmedik, ama son derece yalın bir biçimde yaklaştık.

Gerçekten de, kişilik yapısından gelen hastalığa yatkınlıkların çoğu yaşamın ilk yıllarında çocuğa verilen eğitimin erken et kilerine, özellikle de özdeşleşme çarkına ve cinsel durgunluğa in dirgenebilmiştir, Demek ki, dirimsel yönden hastalıklı kişilik özelliklerinin «atadan oğula geçmesi» doğumdan sonra kendini gösteren etkilerle olmaktadır. Kanserin atadan oğula geçmesine gelince, gerçekten de doğum öncesi oluşumla ilgili bir görüngü dür, ama kahtım-bilimcilerin «soyaçekim»den anladıklarıyla en küçük bir ilgisi yoktur. Bizim, deney odasında, gerek sağlıklı gerek kanserli yüzlerce fareyi gözlemleyecek fırsatımız oldu. Deney odamızda kanserli ana babadan doğup kendileri de kansere yakalanan farelerini sayı- larının azlığı karşısında şaşırdık doğrusu. Başlangıçta, bunların kansere elverişsiz fareler oldukları yanıtıyla yetiniyorduk. Yavru Iarelerin kimisinde kanser belirmişti, ama biz bu görüngüyü nasıl açıklayacağımızı bilemiyorduk. Bunu derken elbet, deney için bi le bile hasta edilen farelerden değil, kendi kendilerine hastalığa yakalanan farelerden sözediyorum. Başlangıçta sağlıklı, 3-8 aylıkken T basili aşılanarı fareler oldu bizi şaşırtan, Bunların yavrularının çoğu kez hastalığa yat kın olduklarını, erken yaşta - öldüklerini, hatta kansere bile ya kalandıklarını gördük. Öte yandan, T basili aşılanmamış farelerin yavrularının kansere ya da başka hastalıklara yakalandıkları da görülmüyordu. Bunlara hiçbir zaman T basili aşılamıyorduk. Bununla birlikte, kanlarında T basili vardı, miğde dokularında, salgıbezlerinde ve özellikle üreme örgenlerinde çürüme belirti leri görülüyordu. Ansızın öldürücü urlar geliştiren farelerin öbür örgenlerinde, hastalık sıçramasının dışında, kanser belirtisine rastlanmıyordu. Buna karşılık, T basili aşılanmış farelerini ör genlerinin çoğunda kanser izleri vardı. Bu görüngüyü açıklayabilmek için, ansızın beliren urun T basillerini vücudun her yanı na dağıtma eğiliminden geldiğini anımsamak yetişir. Bu gibi Iareler, kimi zaman, büyük yerel urların belirmesine kalmadan. belli belirsiz bir urdan ya da bütün vücudu sarmış T basili.

zehirlenmesinden ölüvermektedirler. Bunun açıklaması, sanırım, genel olarak olup bitenlerdedir: farelerin apansız ölümü, bütün. vücudu saran T basillerinin kanı zehirlemesinden gelmektedir. Analarına T basili aşılanmasından sonra doğan yavruların. çoğunlukla doğum öncesinde kansere yakalanmaları da böylece açıklanmış olmaktadır: gerçekten de, T basilleri ananın kanından dölütün kanına geçmekte, yavru üzerinde kanser oluşturucu bir etki yapmaktadır. Farelerde meme kanserinin oluşumu henüz yeterince ay-- dınlığa kavuşturulamamıştır. Ancak bu arada, dişi farelerin de-- ney odasında artık doğal bir cinsel yaşam süremediklerini belirt mek gerekir. Ya hep erkeklerden ayrıdırlar, ya da yavrulama. kurala bağlanmıştır. Yapayolarak basil aşılanmış erkek fareler üzerinde yapılan gözlemler, cinsel durgunluğun T tepkisini kö rüklediğini, B tepkisiniyse kösteklediğini gösterir niteliktedir., Cinsel perhizde yaşayan fareler, yaşamayanlara oranla, özel-- likle yumurtalık bölgesinde çok daha kolayca öldürücü ur ge liştirmektedirler. Ancak şurasını da belirteyim ki, henüz bu de neylerin tabanı tanıtlayıcı sonuçlar elde edilebilecek kadar geniş. tu tulamamıştır.

İnsanın dişisinde, T basiIlerinin kan aracılığıyla «anadan. oğula geçmesi» dölyolunun kasılıp kalmasıyla ve genel dirimsel bozukluk halini almış solunum kôsteklenmesiyle körüklenmek tedir. Ancak, bu konuda kesin görüşler öne sürmek için vakit erkendir. Bununla birlikte, ciddi bir solunum bozukluğunun. dölütün hücre solunumu üzerinde zararlı etkiler yapabileceğini gözönünde bulundurmak gerekir; sürüp giden bir dölyatağı ka sılmasının da zararı yadsınamaz. Doğum öncesi dölütün sağlığı- na verilen bu zararlar bizim türeyinı-bilim uzmanlarının anladık- 1arı anlamda kalıtımsal etkiler değildir. Toplumsal kökenli'dirler. Ananın vücudu, terimin en kesin anlamında, doğacak çocuğun ilk «toplumsal etkeni» dir. . Soyaçekimin devinimci ve doğaötesi bakışla açıklanması bize kılgısal alanda doğum öncesi edinilmiş bozuklukları anlayıp onlarla savaşmakla hiçbir yarar sağlamaz. Buna karşılık T ba Sihlerinin, kişilik yapısının, ana-babadaki açılıp kapanma işlevle rinin varlık ve doğal yapısı konusundaki sağlıklı bilgiler soya çekim kuramına karşı verilecek kavgada bize güçlü silahlar ka zandırır; ve bu silahlar hem kılgısal, hem kuramsal açıdan büyük önem taşıyabilir.

Kanserin acunsal yaşam enerjisiyle sağaltımı alanında ya pabildiğimiz bir sürü gözlemden sonra öldürücü urun katımsal lığı sorunu üzerindeki bu kısa gezinti kaçınılmazdı. Kendimizi şu düşünceye alıştırmalıyız (alıştırabiliriz): Zamanla kanser şimdiki kadar korkunç gözükmeyecektir ve kanserin önlenmesi iyileşti rilmesinden çok daha kolaydır. Böylece, yakında ana kanının T basillerine ayrışması eğilimini rakamlarla anlatmak ve barındır dığı özgür T basili sayısını belirlemek elimizde olacaktır. O zaman, ananın acunsal yaşam enerjisiyle sağaltımı karnındaki dö lütü T basillerinin etkisinden kurtaracaktır. O zaman, sütteki bebeği acunsal yaşam enerjisiyle sağaltımdan geçirebileceğiz. Bu gün henüz T basilinin yalnızca kanserden mi sorumlu olduğunu, başka kılıklarda ve özel bölgelerde daha başka hastalıklara yol açıp açmadığını bilmiyoruz. Karşımızda, bize bir sürü şaşırtmaca hazırlayan, henüz araştırılmamış bir alan vardır. Belki de, dış- tan birbirine hiç mi hiç benzemeyen etçalığı (botulisme) ve çocuk inmesinin (poliomyelite) son evresi gibi mikropla buluşan hastalıklar bu dediğimiz takıma girmektedirler: ama bu dediği miz yalın bir varsayım, yalnızca bir varsayımdır.

SENDE YORUM YAP!

Whatsapp