Saldırganlığın Kökleri Nerededir?

Saldırganlığın Kökleri Nerededir? : Konuyla ilgili olarak kendiliğinden şu soru karşımıza çıkar: Günümüzde toplum, temelini ailenin oluşturduğu kurumlan aracılığıyla üyelerine olanaklan- nı tam geliştirme fırsatım ve bunun sonucunda insanlar arasındaki ilişkilerde en fazla sevgiyi ve en az şiddeti sağlayabilecek düzeyde midir?İlk bakışta yanıt çok kötümser görünebilir. Gerçekten günümüzde insantoplulukları içinde saldırganlığa yol açan çok sayıda etmen vardır.

Her şeyden önce Sanayi Devrimi sonrasının bireyselleşmiş toplumundan, herkesin bir arada bulunduğu, ama birbirini pek az tanıdığı kitle toplumuna geçiş, duygular açısından pek doyurucu olmayan bir durum yaratmıştır. Bu toplumda "öbür" insanlar yabancıdır. Onlarla gün boyunca dirsek dirseğe çalışırız, ama gerçek anlamda bir iletişim kurma olanağımız yoktur. Yaşam koşullan, gittikçe artan çalışma ritmi, verimlilik sıkıntısı, sağlık ve başan kaygıları bu iletişime olanak vermemektedir. Belki de bunun bir sonucu olarak, duygusal yönden bir bağlılık duymadığımız yabancılara karşı saldırganlığımız çok daha az engellenir.

Çağdaş insanın kurduğu ilişkilerde başkalannın sorunlannı paylaşma her ne kadar ön planda gelmekteyse de bu, ilişkilerin niteliğini ne yazık ki yüksel- tememektedir: İnsanlar arası ilişkiler giderek daha yüzeyselleşmekte ve duygular açısından çok daha az doyum verici olmaktadır.Aile kurumunun sağlamlığı da uygarlığın belirlediği çevre değişikliklerinden etkilenmiş gibi görünmektedir. Çocuğun dünyaya geldiği ve yaşamının ilk yıllarını geçirdiği ortam da değişime uğramıştır.

Çocuk klinikte doğmakta, annenin yanındaki aile üyelerinin desteği gittikçe azalmakta ve babanın hemen her zaman bulunmaması nedeniyle anne bu yeni durumuyla tek başına mücadele etmek zorunda kalmaktadır. Çocuğun ilk deneyimleri, doğayla ilişkiye ve başkalarını gözlemlemeye bağlı uyanların bulunmadığı bir apartman dairesinin küçük etki alanıyla sınırlıdır. Çocuğun elinde bulunan tek şey çok sayıda mekanik ve son derece karmaşık olan başka türden oyuncaklardır. Özellikle çocukluğun ilk döneminde kazanılan deneyimlerin kişiliğin temellerini oluşturmada ne ölçüde etkili ve kalıcı olduğu düşünüldüğünde, çocuğun duygusal ilişkilerinin azalmasının ve özdeşleşme modellerinin yetersiz ya da dengesiz olmasının, onu sevgiye hazırlıksız kılarak gelecekteki gelişmesini nasıl belirleyeceği daha iyi anlaşılabilir.Bir zamanlar farklı topluluklarda yaşayan insanların arasında korku ve güvensizlik vardı. "Düşman" hep içinde bulunulan topluluğun dışındaydı.

Oysa günümüzde tanımadığımız insanlar arasında, ortak çalışma koşullarında yanımızda bulunan kişilere bile güvenemiyoruz. Başkalannın yukansında olmak için verdiğimiz iktidar savaşı, korku bilmeyen bir dizginsizlikle gelişiyor. Kuşkusuz büyük bir bunalım içinde bulunuyoruz. Ama mantıklı olduğumuza göre, önümüzdeki gelişmelerden yararlanma olanağımız var. Saldırganlık ve sosyalleşme dürtüleri birlikte olgunlaşır ve zaman zaman birbirini tamamlar.

Bu dürtülerin yardımıyla öbür insanlarla bağlantı kurabilir ve ilişkilerimizi sürdürebiliriz. İnsanlarda ilk güven duygusu aile ortamında anne ile çocuk arasındaki kişisel ilişki aracılığıyla gelişir. Topluma karşı genel tutum ve buna bağlı olarak toplumsal yükümlülükler bu güvenin temelinde yapılanacaktır. Dolayısıyla ailenin duygusal destek işlevlerini, insanlarda güveni geliştirme ve güçlendirme görevlerini yeniden değerlendirerek harekete geçirmek gerekir.

SENDE YORUM YAP!

Whatsapp