Psikiyatri Hastalıkları

Psikiyatri Hastalıkları

Psikiyatri Hastalıkları ve Tedavi Yöntemleri

Psikiyatri Hastalıkları ve Tedavisine Yardımcı Olan Bitkisel Ürünler İle İlgili Açıklamalar Makalemizde Yer Almaktadır Okumak İçin Linke Tıklayınız

Psikiyatrik Hastalıklar

Psikiyatriye giden bir kişi, bizim gözümüze acınacak, zavallı bir insan gibi görünebiliyor zaman zaman.
Psikiyatrik görüşme yaptığım bazı insanlar, bana yakınlarının kendilerine
“psikiyatriste gitme” dediklerini söylüyorlar. O “yakınlar” sevdikleri bir insanın psikiyatriste gitmesini bir felaket gibi algılıyorlar. Sevdikleri kimsenin de bir felaketle karşılaşmaması için psikiyatriste gitmemesi gerekiyor.
Bu oldukça basit ama etkili düşünce şeklidir. Tam bir çocuksu düşünme şeklidir.
Gerçekte psikiyatriste gelen insanlar özellikle de kendi istekleri ile gelmişlerse, toplumun en yeniliklere açık, en girişken ve kendi ile yüzleşmeye hazır en cesur kesimleri içinden geliyorlar.

Rakamlara baktığınızda depresyon oranının % 20 ler civarında olduğunu, kişilik sorunlarının %5-10 lar civarında olduğunu, , obsesif kompülsif (takıntı) durumların %1-2 gibi olduğu, akıl ve mantığı kullanamama (psikoz ) durumlarının %1-2 gibi olduğu, cinsel sorunların, çocuklardaki gece işemeleri, uyum sorunları, hiparaktiflik ve öğrenme sorunlarının bir hayli yaygın olduğu görülüyor.

Üstelik bu rakamlar doktora müracaat etmeyen ama düşük şiddette rahatsızlığı olan kimseleri kapsamıyor. Şikâyetin az olduğu, hastalık olarak düşünülmemesi gereken durumlar var.
Bu kişileri de hesabımıza katarsak toplumun tamamının psikiyatrik bir durumla, bir sorunla karşılaştığını veya karşılaşacağını varsayabiliriz.

Bizdeki diğer alanlardaki pragmatist (en kestirme yoldan hedefe yönelik) yaklaşımlar psikiyatri alanında da oluşmaya başladı.
Antibiyotikleri doktor kontrolünde kullanmak yerine zamanla insanlar eczaneden gidip antibiyotik alıp kendi kendilerine kullanmaya başladılar.
Şimdi aynı şekilde anti-depresanlar yaygın olarak kullanılmaya başlandı. İnsanlar kendi kendilerine bu ilaçları alıp kullanıyorlar.
Bazen bu kullanım şekli doğru, bazen de yanlış oluyor.

Psikiyatri dışındaki doktorların anti-depresan kullanması ve depresyon tedavisi önemli ve gerekli. Ama dirençli ve uzun süreli takip gereken vakalar diğer doktorlar tarafından psikiyatriye sevk edilmeli. Çünkü uzun süreli karmaşık bir takip ve tedaviyi diğer doktorların kendi pratikleri içinde yapmaları zor gözüküyor.

Psikiyatri pratiğinde en çok karşılaşılan sorun depresyondur.
Ama depresyon da çoğu zaman yalıtılmış izole bir depresyon olarak karşımıza çıkmaz.

Bildiğiniz gibi depresyonda,


İstek ve ilgi azalması, çoğu zaman iştah azalması bazen de artması, üzüntülü ve efkârlı bir ruh hali, dikkatte dağınıklık, uykuda bozukluk, bazı bedensel şikâyetler, ölüm veya intihar düşünceleri, cinsel isteksizlik vs olur. Belki kişi bu belirtilerin hepsini göstermeyebilir.
Eğer depresif özellikler hafif ve kısa süreliyse, örneğin kısmi bir istek azalması varsa, üzüntü biraz oluyorsa, diğer özellikler hiç yoksa, bir iki gün sürüp kayboluyorsa ilaç tedavisi düşünülmeyebilir.
Ama günlerce süren ve yukarıda saydığımız pek çok özelliğin olduğu bir durumda ilaç tedavisinin eklenmesi gerekmektedir. Hafif depresif özelliklerin olduğu durumda da ilaç kullanımı iyi olabilir.

Ama her durumda kişide depresif tablonun nasıl ve niye ortaya çıktığı araştırılmalıdır.
Bunun bütüncül bir bakış açısıyla, kişinin yaşadığı olayları nesne ilişkilerini de kapsayacak şekilde yapılmasında yarar olduğunu düşünüyorum.

Bazı depresyonlar kalp hastalığı, şeker hastalığı gibi tipik bir hastalık görünümü içinde ortaya çıkarken, bazı depresyonlar psikolojik bir tepki gibi ortaya çıkabilmektedir.
Dolayısıyla tedavide ilaçların mı merkezi bir rolde olacağı yoksa terapinin mi merkezi bir rolde olacağını tablonun ortaya çıkış şekline bakarak anlamaya çalışmamız gerekmektedir.

Psikiyatrik sağaltım (tedavi) da ilaçla tedavinin yalnızca bir ayağıdır.
Profesyonelin (Psikiyatrist, psikolog, sosyal hizmet uzmanı, hemşire, terapist vs) hastaya veya bir sorununu çözmek için gelen kişiye yaklaşımı çok önemli. Onunla nasıl ilişki kurduğu çok önemli.
Kişinin kendi içindeki güçleri kendi yararı için kullanması profesyonel tarafından araştırılır ve birlikte bu iş için çaba harcanır.

İnsanlar kendi sorunlarını ve çözümlerini basit bir şekilde görme eğiliminde oluyorlar.
Ama insan ruhu karmaşık ve kolay anlaşılamayacak bir yapı.

Dolayısıyla;


“Benim aslında hiçbir şeyim yok ben sorunlarımı kendi kendime üretiyorum”
demek, “Ben sorunlarımı görmek istemiyorum, bu halimle şu anda yaşamımı sürdürüyorum” demek oluyor. “Belki acı çekiyorum ama bir şekilde hayatım devam ediyor.”

Kişi şunu kabullenmekten henüz uzaktır;


Benim sorunlarımı ben kendi kendime üretiyor olsaydım bunu basit bir şekilde de çözerdim. Bu sorunlar aslında sandığımdan biraz daha karmaşık.
Kendime yeni bir bakış açısıyla bakmalıyım.
Bu bakış açısını nasıl elde edebilirim?
Neden bazı şeyleri göremiyorum?
Bu soruları kendinize soruyorsanız, artık soruna baştaki kadar uzak değilsiniz demektir.

Bir uçurumun veya yüksek bir yapının üstünden geçerken “aşağı bakma” denir. Çünkü aşağıdaki derinliği görürseniz o anda bulunduğunuz zeminde yürümeniz zorlaşır.
Ruhumuz da bu duruma benzer bir şekilde kendi içinde bir savunma oluşturuyor.
Kendi derinliğimizi görmek istemiyoruz. Bunun belki bir yararı da var.
İnsan sürekli kendi derinliğini görüp yaşayamaz.
Sürekli bindiğiniz otomobilin nasıl karmaşık çalıştığını düşünemezsiniz. Sizin basit bir amacınız vardır, otomobili kullanırsınız.

Demek psikolojik bir bakış açısıyla baktığımızda karşılaştığımız ilk zorluklardan biri bizim düşündüklerimizle karşımızdakinin düşündüklerinin aynı olmayışı.


Bu, insan ilişkileri için de genel bir durum değil midir?


O zaman ne yapacağız?

Winnicott‘ın çok sevdiğim bir cümlesini sizinle paylaşmak istiyorum.
“Terapide karşınızdaki kişinin savunmalarına saygı gösterin”
Karşınızdaki insanın gerçekliği kurgulaması sizin kurgunuzdan farklı olabilir. Ama o kurguyu “bodoslama” kaba bir şekilde yok etmeye çalışmak, karşımızdaki insana yapacağımız bir kötülük olur.

Aslında değişmesi gereken tek kişi terapi almaya gelen kişi değildir.
Bu durumda sadece terapi almaya gelen kişi değil terapistin de bir değişimden geçmesi yaptığımız işin doğası gereğidir.

Bu anlama süreci terapistin de önceden kestiremeyeceği sürprizlerle doludur.

BEDENSEL HASTALIKLAR VE PSİKİYATRİ (PSİKOSOMATİK HASTALIKLAR)

“Psikosomatik hastalıklar, çatışmaların kişinin içinde düşünsel ve duygusal düzeyde yeterince işlenip çözülmediği durumlarda ortaya çıkar.

Bedensel belirtiler, kişinin erken çocukluk yıllarındaki gelişimi sırasında duyguların algı ve anlatımının bedensel düzeyden ruhsal düzeye geçmesindeki yetersizliğin işaretidir.

Yeni doğan çocuk ilkin her şeyi bedeni üzerinden algılar. Kendi dışındaki nesnelerle, yani dış dünya ile ilişkisini ve iletişimini bu yoldan sağlar.
Daha sonra... Eskiden beden üzerinden yaşanan kavramlar ve duygular, artık ruhsal imgeler halinde ruhsal alanda temsil edilirler. Bu süreç yaşantıların ve ilişkilerin simgeleştirilmesidir (sembolizasyon) ”.

Bedensel şikâyetlerle dahiliye aciline veya doktora giden bir hasta psikiyatriye sevk edildiğinde, şaşkınlık, bocalama, gerçeğin ne olduğu konusunda tereddüt etme, psikiyatriye gitme konusunda isteksizlik gibi çeşitli duygu, düşünce ve tutumlar sergileyebilir.

Eğer rahatsızlık bedensel kaynaklı değilse yakınları ve hatta bazen profesyoneller hastaya numaracı veya yalancı gözüyle bakabilirler. Aile veya yakınları kandırıldıkları duygusuna kapılabilirler.
Çünkü hasta ile yakınları sorun çözücü bir pozisyona giremiyorlardır.
Bu durum için ne yakınları ne de hastayı suçlamak yanlış olur.
Zaten iki taraf da bazı duyguları şiddetli yaşadıkları için birbirlerini yıpratırlar.
İki kişi arasında veya bir aile içinde tartışan tarafların içinden bir kişi bu yıpranma sürecinde geçici olarak iflas eder.
Bu kişi psikiyatri aciline geldiğinde, konversiyon (ifade edilemeyen yoğun kaygılar yüzünden bedensel belirtiler), panik atak, yoğunlaşmış bedensel (somatik) bir kaygı (anksiyete) geçiriyor olabilir. Kalp krizi geçirdiğini, midesinin bulandığını, başına ağrılar girdiğini söyleyebilir.
Eğer acil görüşmede hastanın, kaygısını oluşturan durumları veya kişileri işbirliği içinde araştırıp bulup, bu kaygı durumlarını veya kaygı verici kişileri hasta ile konuşmayı başarırsanız, hastanın kaygısının düştüğünü göreceksiniz.
Bu tür bir hastalık durumu hepimizin başına gelebilir. Bunun psikiyatr veya psikologların başına gelmeyeceğini, bazı insanların bundan muaf olacağını varsayamazsınız.


Bu anlamda hepimiz uygun stres koşulları oluştuğunda bu şekilde bir “hasta” olmaya adayızdır.
Ama burada bahsettiğimiz bedensel hastalık durumu daha çok fonksiyonel, geçici bir durumdur (psikovejetatif).

Bazen psikolojik bedensel belirtiler daha kararlı olur. Kişi bir organının hasta olduğuna, örneğin kendisinde kalp hastalığı olduğuna inanmıştır ve görünürde bir sıkıntı kaynağı olmaksızın acil polikliniğe gelebilir.
Bu durum (psikosomatik organ hastalıkları) yukarıdakinden daha ağır bir durum olup, ortadan kaldırılması da nispeten daha zordur.

Psikosomatik hasta olmak utanılacak bir şeydir. Çünkü diğer insanların yaptığı gibi siz kendi ruhunuzu “kontrol” edemiyorsunuz, “yönetemiyorsunuz ”dur.
Dolayısıyla artık çevrenizdeki insanlar size böyle bakacağı, az önce belirttiğim gibi hatta sizi yalancı olarak göreceği için, şimdi bir başka gerginlikle de karşı karşıyasınızdır.
Bu “damgalanma” durumunun dışında kendi içinizde de bir hesaplaşma yaşayacaksınız.

Sevdiğiniz insanlara iyi davranmaya çalışan, yakınlarınıza karşı öfkenizi kontrol eden, bir sürü fedakârlıkta bulunan bir insan olarak görüyorsunuz kendinizi, şimdi karşılaştığınız durumda aslında bütün bunları yaparak biraz da kendinize zarar verdiğinizi kavramaya başladınız.
Üstelik içinizde kurduğunuz psikolojik dengenin zayıfladığını görüyorsunuz.
İnsanlardan takdir edilmeyi, işlerin yolunda gitmesini, onlara karşı iyilikler yapmayı düşündüğünüz bir ortamda, birden nerdeyse suçlu durumuna getiriverdiler sizi...

Bedensel psikolojik belirtilerle gelen kişi ile terapisti aralarında iyi bir ilişki kurmayı başarırlarsa, terapinin ilerleyişi ve genel çerçeveye uyum göstermek açısından sorunsuz bir çalışma ortamı oluşuyor.

Kişi ile terapisti arasındaki ilişkide güven, merak, araştırma duyguları güçlendikçe ve yeni bir psikolojik denge oluşturacağı dış koşulların baskısı azaldıkça, terapi alan kişi, daha fazla dinamik, derin duygularla ilgili araştırmacı- analitik bir tutumla terapiye gelmeye başlıyor.
Terapi ortamında karanlık bir gecede çakan şimşek gibi bir anda her şey aydınlık oluyor, ama sonra kişi de terapist de eski pozisyonlarına çekiliyorlar.
Bu iki adım ileri bir adım geri şeklinde sabır gerektiren bir çalışma oluyor.

TAKINTILI DURUMLAR. (OBSESİF KOMPULSİF HASTALIK)

Takıntılı durumlar, hastalık boyutunda toplumda %1-2 gibi bir oranda bulunuyorsa da takıntılı durumları bir bütün olarak ele alırsak oldukça yaygın bir psikolojik durumdur.

Obsesif kişilik özellikleri ile obsesif hastalık farklı durumlardır.

Obsesif kişilik özelliklerinde;


Kişi işini çok daha iyi yapabilmek için detaylara önem verir.
Yaptığı işi mükemmel yapmaya çalışır
İşkolik bir insandır. Çalışkandır. Çalışmak ister.
Doğruluk, adalet, haksızlık gibi kavramları önemser.
Kendi eşyalarına karşı aşırı bir duygusal bağlılığı olduğu için onlardan vazgeçemez.
İşlerin yolunda gitmeyeceğini düşünerek, yanındaki kişiler işlerini savsaklıyorsa, onların işlerini üstlenir.
Gereksiz israf ve savrukluğa karşı hassasiyeti vardır.
Kendi doğrularını ısrarla savunur.
Bütün bu özelliklerle de kişi barışıktır.

Ama obsesif kompulsif hastalıkda;


Kişi ortaya çıkan duygu ve düşünceleri ile barışık değildir.


Örneğin koltukların kapıların yeteri kadar temiz olmadığını düşünür ve bundan rahatsız olur. Ama herkes koltukların ve kapıların temiz olduğunu söylemesine (kendisinin de bunu bilmesine) rağmen ona “pismiş” gibi gelir.
Ortada hiçbir neden yok iken yakınlarının başına bir şey geleceğinden korkar (aslında bir şey olmayacağını bilir). Bu düşünce onu rahatsız eder.
Kendisine hastalık bulaşacağından korkar. Aslında kendisine bir hastalık bulaşmasının çok zor olduğunu bilir.
İçinden onun dindar olmadığına dair bir düşünce geçer ve bu yüzden büyük bir pişmanlık ve günahkârlık duygusu yaşar. Bunun mantık dışı olması onu rahatlatmaz. Hocalara danışır, hocalar onun günahkâr olmadığını söylerler ama o yine rahatlamaz.

SENDE YORUM YAP!

Whatsapp