Obeziteye Eşlik Eden Hastalıklar

Obeziteye Eşlik Eden Hastalıklar : Obezitenin fiziksel sonuçlarına eşlik eden hastalıklar denilmektedir. Bu hastalıklar en azından yaşam kalitenizi etkiler. Çoğu ölümcül olabilen kalp ve damar hastalıkları, Tip 2 diyabet, hipertansiyon, uyku apnesi, astım, karaciğer hastalığı ve infertilité gibi eş zamanlı hastalıkların, obezitenin tedavi edilmesiyle birlikte büyük bir ölçüde gerilediği bilinen bir gerçektir. Obezitenin öneminin daha yakından kavranması açısından bu eşlik eden hastalıkların obezite ile ilişkilerinin anlaşılması gerekir. 
 
Bunun yanında çocukluk obezitesi de toplumsal yaşam tarzı anlayışındaki değişikliklerle birlikte son zamanlarda daha fazla yaygınlık kazanan bir sorundur.Bu bölümde Tip 2 diyabetin obezite cerrahisi ile tedavisinin mümkün olup olmadığı irdelenmekte, obezitenin infertilité ile ilişkisi ve çocuk obezitesine ilişkin bilgiler yer almaktadır.

Obezite testi nasıl yapılır?

Obezite hastalığı, tedavi edilmesi gereken şişmanlık olarak tanımlanır. Tedavi edilme gerekliliği bulunan şişmanlığın ölçüsü ise vücut kütle indeksi (VKİ) ya da body mass index (BMI) ismi ile anılan bir obezite testi ile saptanır. İnsan kilosunu iki kere boyun uzunluğuna böleriz. ÇIkan sonuç ise, kişinin BMI’sini verir. Birimi kg/m2 olarak yazılır.

BMI = kilo / boy x boy

kg/m2 = kg / metre x metre

Sağlıklı kişilerin vucüt kitle indeksi yani, BMI değeri 20-24.9 kg/m2 arasında seyreder. 25 kg/m2 ile 29.9 kg/m2 arası değerler ise, fazla kilolu olarak geçer. Şayet vücut kitle indeksi 30 kg/m2′den fazla ise o zaman, kişinin şişmanlılığı kişi için bir risk oluşturmaya başlamış manasına gelir. Bu seviyeye ulaşmış bir fazla kiloluluk söz konusu ise, tedavi kesinlikle gündeme gelmesi gereken bir konudur. Bunun sebebi ise, obezite (tedavi gerektiren şişmanlık) tek başına devam eden bir hastalık değildir.

BMI (kg/m2) Vücut Tipi
≤ 19.9 Zayıf
20 – 24.9 Normal
25 – 29.9 Fazla Kilolu (Gürbüz)
30 – 40 Obezite (tedavi edilecek şişmanlık)
≥ 40 Morbid Obezite (ölümcül şişmanlık)

Obezitenin yol açtığı hastalıklar

Obezitenin direk olarak yol açtığı önemli hastalıklar içinde; şeker hastalığı (Tip 2 Diyabet), kalp hastalıkları, kalp krizi, inme, damar tıkanıklıkları, kemik erimesi (osteoporoz), eklem hastalıkları ve kireçlenmeler, uyku-apne sendromu (uykuda nefesin durması), kötü kolesterolde artış, hipertansiyon, astım ve kanser gibi hastalıklar bulunur. Obezite sebep açtığı bu problemler sebebi ile Dünya çapında milyarlarca dolar tedavi maliyetlerine yol açmaktadır. Obezite hastalığının değerlendirilmesinde yalnız başına BMİ yeterli olan bir yöntem değildir. Bunun sebebi ise, vücut kitle indeksinin yağ depolarının dağılımını göstermemesidir. Obezite hastalığının metabolik sendrom bakımından riskini yağlanmanın karın içinde yoğunlaşması belirler. Bunu anlamanın en kolay yolu karın çevresinin ölçülmesinde yatar.

Göbek deliği doğrultusundan uygulanan karın çevresi ölçümü kadında 88 cm, erkekde 102 cm ya da daha fazla olması durumunda metabolik sendrom riskinin bulunduğunu anlayabiliriz. Karın içi yağlanmaya abdominal obezite ismi verilir. Abdominal obezite diğer bir deyişle elma tipi şişmanlık olarak da geçer. Abdominal obezite yükselmiş insülin direnci, kalp hastalıkları ve damar tıkanıklığı (ateroskleroz) ile direkt olarak alakalıdır. Aterosklerotik Dislipidemi (Tıkayıcı damar hastalığına neden olan kolesterol bozuklukları) riskini artıran durumlar, Trigliserit ve kötü kolesterol (LDL) oranında artış ve iyi kolesterol (HDL) oranında düşüştür. Abdominal obezite, bu kolesterol bozuklukları için yüksek risk açısından oldukça etken bir rol oynar.

Abdominal obezite

Abdominal obezite sorununa sahip olan kişilerin karın içinde bulunan, ilk başta karaciğer olmak üzere tüm organlarında çok fazla yağlanma meydana gelir. Yağlı karaciğer bozukluğu çok hafif kilo fazlalığında dahi ortaya çıkar. Bu, sorunun önemli olmadığını gösteren bir durum değildir. Tam aksi olarak obezitenin ortaya çıkmaya başladığı en erken dönemlerde yağlanmanın başladığını ve ivedikle ilerleyerek organlara hasar verebileceğinin belirtilerini vermesi bakımından önem teşkil eder.

Metabolik Sendrom
İlk olarak 1988 senesinde Raeven, İnsülin Direnci Sendromu ismi ile bir grup metabolik hastalığın beraber baş göstermesini tanımladı. Bunun ardından pıhtılaşma eğilimli, şeker hastalığına eğilimli, damar tıkanıklığına eğilimli bu hastalıkların tümü Metabolik Sendrom olarak geçmeye başladı. Metabolik Sendromun erken teşhisi gözden kaçırılmayacak kadar çok önem teşkil eder. Bunun sebebi metabolik sendrom kalp krizinden dolayı olan ölümleri 4 misliyle arttırır.

Obezite hastalığı, yalnız başına insülin direnci ve kötü kolesterolde artışa yol açması hasebiyle metabolik sendromun temelinde yer alan en mühim sebeptir. Obezite hastalığı olan her kişi metabolik sendrom için çok yüksek risk grubunda girerler. Hiçbir şikayeti, rahatsızlığı bulunmayan, hatta testlerde dahi hiçbir anormallik görülemeyen hastalar mevcuttur. Bu haldeki obezite hastalarına, sağlıklı obez ismi verilir. Ancak, bu kavram biraz gelip geçici olarak kabul edilir. Bunun sebebi obezite, er ya da geç insülin direncine yol açan bir sorundur. İnsülin direnci bir kere ortaya çıkmasının ardından, şayet obezite devam ediyor ise, adeta çığ gibi büyüyerek ivedikle Tip 2 Diyabet ve Metabolik Sendroma sebep olacaktır. Bu sebeple sağlıklı obez olarak geçen hastalarda tıpkı klinik belirtilere yol açan obezite hastaları gibi tedavi programına tabii tutulmalıdır.

Fazla kilolarına rağmen kan yağları, kan şekeri ve tansiyon normal haliyle seyrediyor olabilir. Hatta hareketli bir yaşam tarzına dahil olunsa bile, değerler normal olabilir. Ancak akıldan çıkarılmaması gereken, bunun geçici bir dönem olduğudur. Bu süreçte ihtiyaç duyulan önlemler alınmaz ise, insülin direnci ve şeker hastalığı hızla kişide baş göstermeye başlayacaktır. Metabolik Sendrom, bu halin kaçınılmaz sonudur.

Obezitede erken tedavi ve önemi
Obezitenin en erken evresinde, en etkin ve kalıcı tedavi var olan ya da olabilecek tüm riskleri tamamen ortadan kaldıracaktır. Hayat tarzını değiştirmek, sağlıklı ve düşük kalorili beslenme diyetleri ile egzersiz programları beraber ve iradeli şekilde uygulandığında bu problemler tümden düzelebilir. Bu düzen devam ettirildiği taktirde de bu düzelme korunmaya devam eder. Fakat obezite ya da morbid obezitesi olan hastaların neredeyse her on tanesinden birisi bu başarıyı yakalayabilmektedir. Geri kalan dokuz kişi ya bu diyetlere uyamaz, ya da kaybettiği kiloları bir seneden daha az bir vakit içinde geri almaktadır. Bu stabil olmayan durumlar, insülin direncini güçlendirir ve şeker hastalığı ile metabolik sendroma doğru yol alışı hızlandırır. Bunların yanında kilo alıp vermeler hastaların moral ve motivasyonlarını da olumsuz etkileyen bir durumdur.

Egzersiz programları kalıcı bir çözüm değil
Obezite ve obeziteyle alakalı problemlerin çözümü adına diyet ve egzersiz programları sınırlı bir başarı oranına sahip olsa da, kalıcı ve uzun vadeli çözümler üretmekten oldukça uzaktır. Bu programların ardından, devamlı kullanılan çoklu ilaç tedavileri de tolerans gelişimleri sebebi ile git gide daha yüksek dozlar ve yan etkiler ile etkinliklerini kaybederler. Bu hastalar artık bütün tedavilerini almış, bütün yöntemleri denenmiş ve başarılı olamamış cerrahi tedavi için yönlendirilmektedirler. Bu denli geç kalındığında elbette ki birçok kalıcı hasar da meydana gelmiş olur. Bu evrede dahi metabolik cerrahinin avantajlı tarafları varolan tüm ilaç tedavilerinden daha fazla olmaktadır.

Obezite problemi mevcut ise ve doktorun hastaya insülin direncinden söz etmiş, hatta ilaç tedavisine başlamayı tavsiye etmiş ise artık düşünmenin doğru olacağına dair sinyaller alınmaya başlanmış demektir. İlaçlar ve diyetler arasında gidip gelerek seneler kaybetmek mi, yoksa kesin ve kalıcı çözüm için cerrahiyi seçmek mi? Bu da kişiye kalmış bir karardır.

Şayet hastanın iradesi güçlü ve elde ettiği başarıları koruyacak seviyede ise, o halde kişiye doğrudan cerrahi yöntem önerilmez. Diyet ve egzersiz ile başarı sağayacak denli kilo kaybı mümkündür ve metabolik sendromu tamamen kontrol altına almak mümkündür. Bu başarılar, elde edildikten sonra dahi korunabiliyor ise, ideal tedavi hasta tarafından tek başına başarılmış demektir.

Ancak herkes bu iradeyi göstermekte başarılı olamayabilir. Bu oldukça güç bir durumdur ve kişiler iradelerine yenik düşebilirler.

O zaman obezite ve metabolik cerrahi hasta için ideal tedavi olacaktır.

DSÖ beraberinde getirdiği hastalıklardan bir ya da birden fazlasının olması halinde BMI>35 kg/m2 olan kişilerde, hiçbir yandaş belirtisi olamasa da BMI> 40 kg/m2 olan kişilerde obezite ve buna eşlik eden ilave hastalıkların en etkili ve etkin tedavisinin metabolik cerrahi olduğunu bildirmekte ve önermektedir. (WHO. Obesity: preventing and managing the global epidemic. Report of a WHO Consultation. WHO technical report series 894.Geneva: World Health Organistion, 2000).
Tip 2 Diyabet sebebi ile tedavi gören ve geleneksel medikal tedavi, beslenme düzeni ve hayat şekli değişiklikleri ile kan şekerlerini kontrolünü sağlayamayan fakat BMI 30-35 kg/m2 arasında bulunan kişilerde, özellikle beraber şeker hastalığı kaynaklı kalp-damar risk etkenleri mevcut ise, obezite hastalığı ve metabolik cerrahi yollar alternatif bir tedavi olarak gözden geçirilmelidir. (Uluslararası Diyabet Federasyonu Bildirgesi: Bariatric Surgical and Procedural Interventions in the Treatment of Obese Patients with Type 2 Diabetes. A position statement from the International Diabetes Federation Taskforce on Epidemiology and Prevention-2011)
Obezite hastalığının medikal tedavi ve diyet ile beraber tedavisi ile ilk 1 senede neredeyse 15 kg kadar kilo verdirmesine rağmen, kişiler 1 ve 3 yıl arasında verdikleri kiloları yeniden almaktadır. 
Henüz hiçbir ilaç ya da ilaç grubu obezite hastalığının medikal tedavisi hakkında etkin bir yol olarak belirmemiştir. 

Ne Tür Şişmanlık Önem Taşır?

Şişmanlık her insanda aynı biçimde karşılaşılan bir durum değildir. Yani kısaca, aşırı yağ birikimi her kişede aynı şekilde meydana gelmez. Bu sebeple metabolik sendrom bakımından şişmanlığı iki temel tipe ayırmak önemlidir:

Elma Tip Şişmanlık: Santral Obezite ya da Abdominal Obezite isimleri de bu hastalık için kullanılır. Bu tip şişmanlıkta yağ birikimi karın içi bölgesinde ve karın çevresinde meydana gelir. Bu yağlanmanın gerçekleştiği bölgelerde üstün körü üç tanedir:

Karın cildi altında oluşan yağlanma,
Karın içindeki organlarda yağlanma (karaciğer yağlanması gibi),
Karın zarının arkasında yağ birikimi.
Santral obezite, metabolik sendrom bakımında yüksek risk taşıyan yağlanma türüdür.

Armut Tipi Şişmanlık: Bu tip şişmanlıkta tipinde yağ depolanması ciddi bir şekilde kalçalar ve bacaklardadır. Bedenin üst tarafında belirgin yağ depolanması meydana gelmez. Bu hastaların iç organ yağlanmaları da oldukça azdır. Bu sebeple şişmanlık kaynaklı sorunlar daha az ortaya çıkar. Esas olarak metabolik sendrom riski, santral obezitesi bulunan kişilere göre daha düşük olmaktadır.

Santral Obezite ve İnsülin Direncinin Meydana gelişi
Santral obezite sorununda özellikle karaciğerde depolanan yağların çözülerek kana karışmaları oldukça hızlı bir şekilde gerçekleşir. Vücudun diğer bölgelerinde depolanan yağlar, karın içinde yer alan yağlar kadar hızla kana karışmazlar. Kana karışan karın içi yağlar sebebi ile kanda yağ asitleri oranları çoğalır. Yağ asitleri en küçük yağ parçacıklarıdır. Kanda artışı olan bu yağ parçacıkları yeniden karaciğere dönerler ve karaciğerin insüline direnç göstermesine yol açarlar. Normal halde insülinin karaciğerden şeker yapımını baskılaması gerekir ancak bu direnç sebebi ile karaciğer insülin tarafından durdurulmadan kana aşırı bir oranda şeker yollamaya başlar. Kan şekeri artmaya başlar ve Tip 2 Diyabet ortaya çıkar.

Serbest yağ asitlerinin kanda artması, pankreasdan insülin yapımından görevli olan beta hücrelerini aşırı oranda uyarır. Bu da çok miktarda insülinin kana salınmasına yol açar. Bu aşırı insülin üretimi de hiperinsülinizme (aşırı yüksek insülin düzeyi) sebep olan bir etkendir. İnsülin direnci bu sebeple daha da artar.

Karaciğerin insüline cevabı azalınca, karaciğerde lipaz ismi verilen bir enzimin işlevi artar. Bu enzim karaciğerde oluşturulan kötü kolesterollerin (LDL) çok daha küçük fakat yoğun şekilde üretilmelerine yol açar. Yoğun ve küçük çaplı olan kötü kolesterol (LDL) parçacıkları damar duvarlarına çok daha hızlı ve yoğun bir biçimde yapışır, damar tıkanıklıklarının oluşmasına sebep olur. Bu hastaların kan kolesterol seviyeleri normal olsa dahi, damar tıkanıklığı riskleri sağlıklı kişilere göre neredeyse 5 kadar kadar fazladır.

SENDE YORUM YAP!

Whatsapp