Köreltici dirimsel bozukluğun kişilikte dile gelişi

Köreltici dirimsel bozukluğun kişilikte dile gelişi :

Hastanın bakımevime gelişinden altı ay sonra, düz bağırsağı ve sidik torbası kötürüm oldu. Şimdi bütün iş -ki bu son derece önemliydi- inmenin bedensel bir örselenmeden mi, yoksa düşündüğüm gibi, özerk dirimsel dizgenin büzidmesinden mi ileri geldiğini ortaya çıkarmaktaydı. Birinci varsayımı benimser sek, duygusal gerekçelerin hiç işe karışmamış olması gerekirdi; son derece belirli birtakım yerel örselenmelerin belirli bir yerel tutukluğa yol açmış olduğunu saptayacaktık, Yoo, ikinci varsayım doğruysa, ortaya çıkan bozuklukların coşkusal ve kişiliksel niteliği ağır basacak, inme belirtilerinin belli aralıklarla kendilerini göstermeleri gerekçe ekti. Hastaya birkaç kez, korkusunun, kıpırdar kıpırdamaz belirecek sancıların yarattığı ürküntüden geldiğini açıkladıktan son ra, en küçük bir acı duymadan yatağında dönebildiğini sapta miştım. Ancak, bu denemeye girişmezden önce solunumunu düzene sokması, çene kaslarını gevşetmesi gerekiyordu. Kendi deyimiyle, ilkin belli bir devinme korkusunu yenmek zorunda kalıyordu. On ikinci sırt omurunda gerçekten somut bir örselenme var olsaydı, böyle bir şey beceremezdi. Yan dönmek ya da karnının üstüne yatabilmek için harcadığı çaba onu bitirip tüketiyordur sanki. Birlikte bu tükenmenin nedenini bulmaya uğraşıyorduk: bitkinlik, boyundaki yüzeysel ve derin kasların aşırı kasılmasından geliyordu. Dışardan bakıldığın da, hastanın başı göğüs boşluğundan içeri çekilecekmiş gibi olu yordu. Elinde olmaksızın başına bir darbe inmesini bekleyen in san gibi davranıyordu. Bu duruş kendiliğindendi ve her türlü denetimin dışında kalıyordu. Boyun kasları kasılınca solunumu duruyor, boğazı sıkılıyormuş gibi, soluk alıp verirken ıslık çalı, yordu; solunum yetersizliği çeken ya da ağır bir sarsıntı geçiren insanlarda gözlenen biçimde hırıldıyordu. Kesilmeyi geçirmek için, parmaklarından ikisini gırtlağına sokmasını öğütlüyordum. Buna hemen kusma tepkisiyle karşılık veriyordu. Tepki öylesine güçlü oluyordu ki, yüzü mosmor kesiliyordu. Ama az sonra, «boğazını saran cenderes-nin gevşediğini söylüyordu. Bu yutak tepkesi dolayısıyla, birden bana korkulu düşlerini anlattı. Her gece, müthiş ürkütücü bir hava içinde, dipsiz bir uçuruma yuvarlandığını, düştüğü yere yığılıp kaldığını, soluğunun kesildiğini, ağır bir nesnenin gelip kendisini ezdiğini görü yordu düşünde. Dirimsel enerjiyle hastasını iyileştirmeye çalışan her hekim düş görenin böyle kendini uçuruma yuvarlanıyormuş gibi hissettiği düşleri çok iyi bilir. Son derece özgül bir biçim de bunlar hep kişilik çözümlemesinin sonlarında, bedensel boşalma öncesi duyumlar hastanın karnını ve üreme örgenlerini kapladığı" hasta da bilincine varmadan bu duyumları bastırdığı vakit boy göstermektedir. İnsan bu duyumları yürek daralmasıyla birlikte duyuyorsa, hep düşme duygusu biçiminde algılanırlar. İç düzenekleri şöyledir:

Boşalma-öncesi uyarılma kan su dizgesinin istem dışı kasılmasına yol açar. Ancak, bu kasılma kaygıyla karşılanıyorsa, büzidmeyle sonuçlanacak genleşme sürecinde vücut buna karşıt bir gerilme geliştirir; başka bir deyişle, genleşme dizginlenir. Aynı duygu, asansörle çok hızlı inildiği ya da uçak ansızın alçaldığı zaman da algılanır. Demek ki, düşme duygusu herhangi bir gen leşmeyi dizginleyen özerk dirimsel aygıtın büzidmesinden doğan bir duyumdur. İnsanın bir yerden düştüğü bu özgül düşler çoğu kez bütün vücudun büzülmesiyle at başı giderler. Şimdi bu çizemi (şemayı) hastamıza uygulayalım: bedeninin genleşmesine her zaman gösterdiği tepki kasılmalı büzülmeydi; bütün vücudu, «her türlü dayanağını yitirmekten korkuyormuşcasına», boyundaki ve karın bölecindeki kasların kasılıp kalmasıyla donuyordu sanki. Boğazdaki tepke yok edilip de karın bölecinin kasılması ortadan kaldırılınca, çırpırıma1ı devinimlerden duyduğu ürküntü de yatışıyordu. Ondan sonra hastanın yatağın da yaptığı hareketler artık kasılmalarla değil, rahatlama duygusuyla bitiyordu; kıpırdamak ona haz veriyordu. Kansu dizgesindeki her akımın kökeni merkezdeki gerilimli büzülmedir; buysa «dolaşım dizgesinde» genleşmeye yol açar-: her örgen bu damar genleşmesini bir haz duyumu biçiminde algılar; eğer bu haz bedensel boşalma kaygısıyla at başı gidiyorsa, kasların kasılıp kalmasıyla sonuçlanır. Bizim hastanın da kan dolaşımı dizgesindeki genleşmeye kasılma tepkisi gösterdiği, bu tepkiyiyse bedensel boşalma korkusunun doğurduğu açıktı. Dirimsel bozukluğa yol açan biizidme, kansu dizgesindeki açılıp kapanma mn kasilmayla kösteklenmesinden sonra baş gösterir. Sıradan duygulanımsal sinir dizgesi durgunluğunun yol açtığı sinir eden, genleşme iç tepkilerinin yavaş yavaş azalmasıyla ayrılır; durgunluk sinircesindeyse bu içtepiler olanca yoğunluklarıyla sürüp giderler. Ancak, iki görüngü arasına kesin bir sınır çekmek de olanaksızdır. Yukarıda betimlediğimiz kasların kan dolaşımı dizgesinden gelen içtepilere kasilmayla tepki gösterişi her kas dizgesinde ay rı biçimde kendini gösterir. Nitekim, hastanın kolunu oynatma ya kaktığım zaman, hep omuz ve kol kaslarını gererek tepki gösteriyordu. Bu tepki, donup kalmış (catatonique) kişilerin kas direnmelerine ve katılıklarına benziyordu. Hastanın kollarında ha fif bir inme vardı sanki. Bir keresinde koluma yumruk atmasını istedim, ilkin yapamayacakmış gibi durdu; ama korkusunu böyle aşabileceğini söyleyince, beş dakikalık çabadan sonra kötürümlüğünü yendi ve gülerek koluma vurmaya başladı. Kolunu kıpırdatmak ve bir edimde bulunmak onu sevindiriyordu. Demek ki, kan dolaşımındaki açılıp kapanma korkusunu anlık da olsa aşabiliyordu, O zaman da, genel durumu düzeliveriyordu.

Aynı olguyu, daha sonraları, yatağında kaldırıp oturttuğum zaman da gözledim, Önce çok korktu, beti benzi attı, kaygının bozduğu bir sesle: «Bunu yapmamalıydık diye mırıldandı. Ancak, hiçbir kötülük gelmeyeceğine aklı kesince, benim yardımım olmaksızın doğrulmaya başladı. Kendisi de şaştı buna ve: «Ger çek bir mucize bu!» dedi. Ondan sonra hastaya hep elini gırtlağına sokup kusma tep kisini doğurmasını, yastığını ısırmasını, koluma yumruk atmasını salık verdim; bütün bunları yaptırırken, omuz ve boyun kasların da sağımsal çırpınmalara yol açabileceğimi umuyordum. Deneylerim bana, kaskatı gerilmiş kaslardaki dirimsel enerjinin ancak yılansı çırpınmalarla özgür kalabileceğini göstermişti. Bu hasta bana söz konusu kuramın yeni bir kanıtını verecekti: yarım saatlik is temli hareketlerden sonra, kollarında ve omuzlarında istem dışı çırpınmalar baş gösterdi. Bacakları da titremeye başladı. Bacaklarmı büküp yeniden uzattığım zaman titreme artıyordu. İlk titremeli kasılmalar hastayı müthiş ürküttü. N'oluyor bana? diye sordu. Gerilmeli kasılmalarla kaslarının titreyerek gevşemesini önlemişti o güne dek. Ancak, birkaç dakika sonra, titremeli kasılmalar gözünü yıldırıyordu. Titreme dalgası yavaş yavaş, boyundaki derin kaslara da geçti. Hasta, kusmak istediğini söyledi. Başka bir sefer, az kalsın bayılıyordu. Ben de onu istem dışı tepkilere karşı çıkmamaya çağırdım. Derken, söz konu su tepkiler yatıştı: o güne dek birikmiş dirimsel enerji boşalmıştı. Yüzü kıpkırmızı, bitkin bir halde yastığa serildi; ciğerlerini doldura doldura, derin derin, dinginlik içinde soluk alıp veriyordu. Şimdi artık yutak tepkesinin doğması olanaksızdı. «Sıkan el çekilmiş gibi, garip bir rahatlık var yutağımda!» dedi. Göğüs kafesindeki ağırlık da yok olmuştu.

Ertesi gün, doğal olarak soluk alıp veriyordu, orada da titreme tepkileri yaratarak bacaklarındaki inmeyi gidermeye çalıştım. Bir ölçüde, kıvrık bacaklarını birbirinden ayırmaya, bu işi önce bir bacakta, sonra ikisinde birden yapmaya giriştim. Hastaya, bacaklardaki kasların gerginliği giderilir giderilmez,üreme örgenlerinde boşalma-öncesi duyumlar belireceğini söylememiştim. Hasta ansızın soluğunu kesti, çeneleri kenetlendi, yüzü kireç gibi oldu ve arıcak «ölüm halindeki» insanlarda gördüğüm bir anlatıma büründü. Tepkisinin şiddeti beni ürküttü. Bacağını büyük bir yumuşaklıkla oynattığıma göre, bedensel 'bir örselenme söz konusu olamazdı. Hasta, göğsünden rahatsız kişilerinkine benzer inleme sesleri çıkardı; hırıltıyla inleme arası bir şeydi bunlar. Hekimlik deneylerim bana, hastanın böylece üreme örgenlerindeki kansu akımlarına direndiğini gösteriyordu. Gerçekten de, bitkisel-sağ aItım (vegetotherapie) bize, şiddetli bir doyum korkusuyla birlikte yaşanan bedensel boşalma doyumlarının insanda ölümcül kendinden geçiş/er biçiminde dışa vurduğunu öğretmiştir. Bu durumda ölüm tümel ayrışma, çözülme, bilinç yitimi, evarlıksızlık (hiçlik) biçiminde tasarlanır. Hasta güçlükle soluk alıp veriyordu, beti benzi atmıştı, göz leri fırıl fırıl dönüyor, müthiş yorgun gözüküyordu. O güne dek sinirceli ölüm yansılamasının böylesine büyük bir gerçekçi likle ortaya konuşuna tanık olmamıştım. Aşağı yukarı yirmi yıl dır bedensel boşalma bozukluklarını incelediğim halde, dirimsel açılıp-kapanma (yürek atışı) bozukluklarının derinde yatan an lamını küçümsemiştim. Öteden beri, bedensel boşanmanın her türlü canlı etkinliğinin temelindeki iş/ev olduğunu, «bedensel boşalma denkleminin yaşam denklemiyle çakıştığını» öne sürmüş- tüm. Hastanın yakınlarını ve hısımlarını birkaç gün sonra kendini gösterebilecek kaçınılmaz sona hazırladım. Özerk yaşama aygıtındaki körelmenin ölümle sonuçlanacağının, sonuçlanabileceğinin bilincindeydim. O durumda, eğer hasta dokuz ay önce bugünkünden çok daha kötü bir halde beni görmeye gelmemiş olsa, hemen sağaltıma ara vermem gerekirdi. Artık yitirecek hiç bir şey yoktu, buna karşılık, köreltici dirimsel bozukluğu derinlemesine incelersem çok şey kazanabilirdim. Ertesi gün, hastamın yakınları telefonla can çekişmekte olduğunu, çok kötü soluduğunu, hırladığını, dışarı çıkamadığım haber verdiler. Hemen başına koştum. ilk bakışta, gerçekten de ölmek üzereymiş gibi duruyordu. Yüzü mosmor kesilmiş, avurtları çökmüştü, hırıldıyordu, ölgün bir sesle kulağıma: «Sonum geldi çanılı diye fısıldadı. Ancak nabzının hızlı, ama güçlü at tığını saptadım. Bir çeyrek sonra, onunla belli bir ilişki kurabilmiştim.

Urların ortaya çıkmasından önce ölüyormuş duygusuna kapılıp kapılmadığını sordum. En küçük bir direnç göstermeksizin, çocukken sık sık gözlerini kaydırdığını, «ölüm oyunu oynadığını» itiraf etti. Daha o çağda, inleyip hırıldamaya başlamıştı. «Boğazında bir daralma», «boynunda bir kasılma» hissettiği zaman kendiliğinden ortaya çıkan belirtilerdi bunlar. Böylece, boyun kaslarındaki yirmi otuz yıl süren kasılmanın sonucunda beşinci boyun omurunda beliren kanser sıçramasını açıklayabildim. Boyun kaslarında kasılma duygusunun belirmesiyle birlikte hasta omuzlarını «içeri çekiyor», sonradan kanser ağrılarının baş göstereceği bölgedeki «omuz kaslarını tel gibi geriyordu.» Aklı başına gelen ve epey canlı gözüken hastadan bana «ölüyormuş numarası yapması»nı istedim. Birkaç saniyede, az önce istemdışı kurbanı olduğu sahneyi yeniden canlandırıverdi. Gözlerini kaydırdı, gözkapaklarını kıstı, yalnızca beyaz bir çizgi görünüyordu artık göz yerine, inleyip hırlamaya başladı. Bu «can çekişme» durumundan onu çıkarmak kolay değildi; ama oyunu ne kadar bilinçli oynarsa, o kadar kolay çıkıyordu. Bu olgu, o güne kadarki dirimsel enerjiyle sağ aItım deneyimlerime yüzde yüz uyuyordu: denetim dışı bir işlev, kılgısal alıştırmayla nesnel hale getirilip bilincin denetimi altına sokulabilir. Hastaya, bu oyunu oynarken -istem dışı bir canına kıyma duygusu içinde olup olmadığını sorunca, hüngür hüngür ağlar" maya başladı ve yaşamının artık hiçbir anlam taşımadığını söyledi. Hastalık bütün cinsel çekiciliklerimi yok etti, dedi. Yeryüzünde artık onun için mutluluk umudu kalmamıştı. Mutluluk. umudu taşımayan yaşamıysa düşünmek bile .istemiyordu Bunun üzerine, bir kez daha yutak tepkesini başlatmasını istedim. Boğazın üst kesiminde ve boyun kaslarında hemen dalgalı bir titreme baş gösterdi, ama bu se[erki bir gün öncekinden daha az şiddetliydi. Hatta yardımsız yatağında doğrulmayı bile başardı, ama bacakları hala onu taşıyamıyordu. Bana öyle geliyordu ki, vücudunun üst kesimi çalışıyor, ama alt kesim, kalçalardan aşağısı hiçbir tepki göstermiyordu.

Hasta, birkaç gün iştahla yemek yedi, kendini iyi hissediyordu, neşeliydi. Derken, ansızın yine «öıümcül» hale geldi. Oyun oynamadığına, dirimsel bozukluğunun kurbanı olduğuna emindim. Solunumu zorlaşıp yüzeyselleşmiş, yüzü canlılığını yitirip solmuş. burun delikleri kısılmış, yanakları çökmüştü. Boğazından bir tür hırıltı geliyordu. Bu duruma düşmesinin neden o anda olduğunu açıklayamıyordum. Hasta müthiş sancı çekiyor, hiç kıpırdayamıyordu. Bir kez daha solunumunu doğallaştırmayı başardım, kendisi de bana canla başla yardım etti. Boynunda ve boğazında güçlü ve şiddetli dalgalanmalar belirdi, buna kar§ılık bacakları ve ayakları yine «ölü gibi»ydi. Yine parmaklarını yurağına sokmasını istedim, boyundaki ve boğazdaki kasılmalar iki kat şiddetlendi. O zaman, leğen kemiği bölgesinde de çırpın natı kasılmaların baş gösterdiğini, ama hastanın bunları engellemeye çalıştığını fark ettim. Kasılma aşağı yukarı on dakika sürdü, sonra yatıştı. Daha önceki denemelerde hastanın boğuluyormuş gibi olduğunu saptamama karşılık, bu sefer kan dolaşımındaki genleşme açık seçik kendini göstermişti. Hastanın yüzü kızardı, tenindeki solgunluk geçti. Karın böleelrün kasılmasından doğan sancılar yatışn. Sonunda konuşmaya başladı. Karnının alt kesiminde «ciddi bir olay»ın ortaya çıkmış olmasından korkuyordu. Bana gelmezden önce, zaman zaman kendini okşadığını söyledi. Bu, on on iki yıl tam bir cinsel perhizde yaşamış olmanın biraz gecikmiş düzeltilmesiyle, Acunsal yaşam enerjisiyle bakıma başladığımızın ilk haftasından' sonra, kurduğu düşler gözünün önüne benimle cinsel ilişkiyi getirir getirmez, içinde uyanan kendini okşama güdüsünü bastırmışn. O günden beri, üreme örgenlerine elini sürememişin. Kurduğu düşlerle güçlenen kendi kendini doyurma eğiliminin bastırılması bir coşkusal durgunlukla sonuçlanmış, dirimsel enerji biriktiren aygıtta kazandığı yaşama enerjisi bu durgunluğun yan etkilerini arttırmıştı. Cinsel gerek sinmelerinin Yoğunlaşması, duyduğu kaygının da yoğunlaşmasına yol açmıştı. İşte o zaman geliştirmişti belkemiğinin kırılması korkusunu. Öne eğildiği zaman omuz kaslarının kasılması korkularını doğrular gibi olmuştu; kendi kendine hep: «Hah işte, bunun böyle olacağını söylemiştim!» der gibiydi. Bana kendini okşama konusundaki düşlerini anlattığının ertesi gün, cıvıl cıvıl buldum onu, sızlanmak şöyle dursun, yaşama umutla bakıyordu. Yaptığı itiraf, hemen o akşam, aylardan beri ilk kez kendini okşamasına yol açmıştı. Ve bundan yepyeni bir haz duymuştu. O gün, karın böle el kasılmalarını kolayca de netleye biliyordu. Yine peklik çekiyor, ayakyoluna gitme gerek sinmesi duyuyor, ama kıpırdanma korkusu helaya gitmesini önlüyordu. Yatağında sağa sola dönmeyi beceriyordu. Hatta, başkasının yardımı olmaksızın kalkıp oturmayı başardı; bütün bu başarılar onu şaşırtıyor, hoşuna gidiyordu. İlk kez nedeni sonuç ilişkisini anladı: belkemiğini kırma korkusu -)- akıl çerçevesine oturtulamayan acı çekme korkusu -)- göğsün içeri çekilmesi, karın bölecinin kıpırtısızlaştırılmasıyla solunumun kesilmesi -)- .göğüste gerçek sancılar -)- belkemiğini kırma korkusu. Bu sefer, acı çekme korkusunun harekete geçirdiği ket vurma hemen or taya çıkmadı. Korku, devinim kendisinden büyük çabalar istediği vakit kendini gösteriyordu artık. Ve işte belkemiğini kırma korkusuyla her türlü devinim karşısında duyduğu korku ilk kez aydınlığa kavuşturulmuş oluyordu.. Ertesi gün, hasta güçlükle soluk alıyor, sızlanıyor, inliyor, ölümcül haller takmıyordu yine. Başına geleni anlatmaya gücü yetmiyordu. Yakınları, önceki gece çok iyi olduğunu, ama küçük bir olaydan sonra kötüleştiğini anlattılar: oğlu hamamdaymış; beklemediği bir gürültü hastayı ürkütmüş; oğlunun küçük bir oda ya kapandığını, havasızlıktan boğulmak üzere olduğunu sanmış. O gece pek az uyumuş, gördüğü korkulu düşlerde yine düşme duygusu belirmişti. .. O gün, «acılarım» dindirmek üzere, düzenli soluk almasını sağlamaktan başka bir şey yapamadım. Sonra, hasta gittikçe düzeldi. En küçük bir sızı duymadan yatağında dönebiliyor, bacaklarını kaldırabiliyordu. Şimdi kolları daha güçlüydü, iştahla yemek yiyor, yaşamı toz pembe görüyordu. Derken, kendisini görmeye gidişlerimden biri sırasında, ansızın yatağın kenarına geldi. Beti benzi soldu, soluğu kesildi, bir çığlık attı. Yataktan düşmekten korkmuştu. Tepkisi hiç kuş- kusuz abartıktı ve gerçek tehlikeye denk değildi. Yazın, bakım evinde kalırken, düşmekten korktuğu için, yatağının iki yanına ek yataklar konmasını istediğini anlattı bana. Tutup döşeğin kenarına doğru çektim, sımsıkı tuttuğum halde, korkunç bir çığlık kopardı.

Düşme korkusunun devinme korkusunun temelini oluşturduğuna kuşku yoktu. Ertesi gün, yine yatağında doğrultup oturttum onu. Acı çekmiyordu, ama ölesiye korkuya kapıldı; her yanından soğuk terler boşandı, doyumsuz kadın çığlıkları atmaya başladı. Sonunun gelip çattığını, uzun süre ölümle savaştığını, ama artık son saatinin çaldığını söyledi. Derken çocuk gibi ağlamaya başladı ve benden, acılarını dindirmek üzere, kendisine öldürücü bir iğne yapma mı istedi: «Şu yataktan çıkmak istemiyorum, orada kalmak isti yorum!» Sonra yavaş yavaş yatıştı ve şaşkınlıkla, kimsenin yardımı olmaksızın kıç üstü oturabildiğini gördü. Derken, boynunda titremeler baş gösterdi, bundan özellikle omuzları etkileniyordu, İşte bu kasılma korkusu onu yatakta tutuyordu. Doğrulur doğrulmaz, boynunda titreme başlıyordu. Artık düşmekten korkmuyordu, ama iki görüngü arasındaki ilinti kör kör parmağım gözüne ortadaydı. Kaslarının titremeli kasılmaları sinirceli düşme kor kusunu açığa vuruyordu. Hastanın her gece korkulu düşler gör düğünü daha önce belirtmiştim: uçurumlara yuvarlanıyor, ağır nesneler üstüne düşüp eziyor, erkekler zorla saldırıyor, onu boğ- maya kalkışıyorlardı. Birden, aynı korku ve kaygıları gençliğinde de duyduğunu anımsadı. Bu yıldırıcı korkulardan birinin anı sı belleğinde kalmıştı: sokakta yürürken, ardından ayak sesi gelince, «izlenmekten korktuğu için, hep koşmaya başlamıştı. Genellikle bu korku öylesine büyüktü ki, bacakları
Ertesi gün hasta çişini edebiliyordu, ancak üç gün sonra dışkılığın çevresindeki bu zücü kas zayıfladı ve kadıncağız dışkısını denetleyemez oldu. Tepkeleri olağandı, ama yatağında doğrulup oturma korkusu geri gelmişti. Genel bakım için yeniden bakımevine yatırıldı. Röntgen fil mi belkemiğinde, [eğen kemiğinde ve uyluk: kemiğinde hiçbir kanser sıçraması olmadığını gösterdi; ancak kafatasında ve sağ pazu kemiğinde kanser sıçraması baş göstermişti. Demek ki, yeni öldürücü urlar vücudun bölgesel inmenin belirdiği kesimlerinden epey uzakta ortaya çıkmıştı..işlevsel-dirimsel bozuklukla öldürücü urlar ayrı yerlerde gelişmekteydi; aralarında hiçbir bağ yoktu. Hasta on beş gün bakımevinde kaldı. Hiçbir sinirsel incelemeden geçirilmedi. Hekimler büyük bir olasılıkla bacaklardaki yarı inmeyi hel kemiğindeki örselenmenin mantıksal sonucu sayıyorlardı. Bölgesel inmenin işlevsel niteliği gözlerinden kaçmış- tı; hastanın yakınlarına topu topu on beş günü kaldığını bildir diler. Hastaya bakımevinde yalnızca morfin iğneleri yapıldığı için, yakınları alıp eve getirdiler. Döndüğü gün gördüm onu. Kaygılı bir sesle yapacağı her harekete dikkat etmesi gerektiğini belirtti; bakımevindeki hekimler «belkemiğinin bir sinire dokunduğunu ve kırılma tehlikesiyle karşı karşıya bulunduğunu» söylemekten geri kalmamışlardı elbet. Bu uyarı hastanın büyük korkusunu doğrulayıp körüklemişti. Yakınları, kafatasındaki urları yok etmek üzere yeniden dirimsel enerji ışınlamasına tutmamı rica ettiler. Bense, o gün, kafatasında en küçük bir şişkinlik göremedim. Tam bir ay, hastayı görmeye gittim, Tepkeleri olağanlaşmış, bağırsak ve sidik torbası işlevleri düzelmişti. Ancak kas ve kemiklerindeki körelme hızla ilerliyordu. Ayrıca, hastanın kalçasında çok kötü kokan kalın bir kabuk belirmişti. Bacakları acı veren uyarıcılara tepki gösteriyor, ama kendiliklerinden hiçbir iç tepi ortaya koymuyorlardı. Korkulu düşler yakasını bırakmıyor du: insanlar koşup bir uçurumdan aşağı atlıyor, boyunlarım kırıyorlardı. Bir fil kadının üstüne geliyor, o «kötürüm olmuş» gibi yerinden kıpırdayamıyordu. Gündüzleri, gözlerinde yılgın bir anlatım beliriyor, göğsünde bir ağırlık duyuyordu. Artık hiç sancısı yoktu, ama belkemiğini kırma korkusuyla devinmekten çekiniyordu. Yatağının boyutlarında özel bir acunsal enerji biriktireci yaptırdık. Acunsal yaşam enerjisinin etkisi, yürek atışlarının 130'dan 90-84'e inmesinde kendini gösterdi. Biriktireçte kendini rahat hissediyor, yanakları kızarıyor, korkusu dağılıyordu. Son aylarda bozulmuş olan kan denklemi (alyuvar oranı % 50, T basili, T basili üretme denemesi olumlu, mikropsuz ortamda % 50 T basili) gözle görülür biçimde düzeliyordu. Bacaklardaki dolaysız devindirici içtepilerin sıklığı ve yoğunluğu artıyordu. Derken, beklenmedik bir kaza hastanın yazgısını belirledi: bir akşam, yatağında dönerken, sol uyluk kemiğini kırdı.

Bir cerrahi bakımevine yatırmak zorunda kaldık. Hekimler uy luk kemiğinin inceliğine şaşırdılar, ama kırıkta en küçük bir kanser izi yoktu. Göğüsteki öldürücü urun nasıl yok olduğunu anlayamıyorlardı. Hastaya morfin yapmakla yetindiler, kadıncağız bir ayda hızla kötüleşti ve öldü. Acunsal enerjiyle sağ altın hastanın yaşamını aşağı yukarı:' altı ay uzatmış, onu' sancılardan ve urlardan kurtarmış, kan işle vini eski haline döndürmüştü. Dirimsel bozukluktan ileri gelen inme acunsal yaşam enerjisiyle sağaltıma izin vermediği için, bu denemenin başarıyla sonuçlanıp sonuçlanmadığını söyleyemeyeceğiz. Ancak şurası kesin ki, hastanın can vermesinin nedenini, yerel urların eyleminde değil, genel dirimsel bozukluğunda aramak gerekir. Bu olay bize kanserin bitkisel-coşkusal temelleri konusunda. çok zengin genel bilgiler kazandırmıştır. Şimdi karşımıza çıkan ciddi sorun, dirimsel körelmenin dokular ve kan üzerinde nasıl etki yaptığının bilinmesidir. Başka bir deyişle: yaşama aygıtındaki genel körelme nasıl olur da bölgesel ur/arın dogmasına yol açar? Bir şeyi daha başından söylememe izin verin: dirimsel körelmenin genel sonucu, dokularla kanın çürümesidir. Bu görüngü, ayrıntılı hekimsel ve deneysel açıklamalar gerektirir; buysa başka bir inceleme konusudur.

SENDE YORUM YAP!

Whatsapp