kılcal damarların yüze yakın olması

Kılcal Damar

Kılcal Damar Hakkında Genel Bilgiler

Kılcal damar;kılcal damar hakkında merak ettikleriniz ve daha fazlası için aşağıda sizin için hazırladığımız yazımızı okuyabilirsiniz...


Kılcal damar veya kapiler vücuttaki en küçük kan damarlarına verilen isimdir. Büyüklükleri yaklaşık 5-10 mm'dir. atardamar (atardamar) ile toplardamarları birleştiren kılcal damarlar, dokularla etkileşimi en yoğun olan kan damarlarıdır. Kılcal damar duvarları tek bir hücre tabakasından (endotel) oluşur. Bu tabaka öyle incedir ki oksijen, su ve lipitler gibi moleküller difüzyon ile bu tabakadan geçip dokulara girebilirler. Karbondioksit ve üre gibi zararlı ve atık maddeler de difüzyon ile kılcal damar içindeki kana dağılırlar. Belirli bazı sitokinlerin salınımıyla kılcal damarların geçirgenliği (permeabilite) daha da arttırılabilir.

Ortalama bir insan vücudundaki kılcal damarların toplam uzunluğu yaklaşık 40.000 km'dir. Atar damarlarla toplar damarları birbirine bağlayan, tek sıralı epitel dokudan oluşmuş ince damarlardır. Kan ile doku hücreleri arasındaki madde alışverişini sağlarlar ve kan akışı yavaştır.

DAMARLARIN HİSTOLOJİK YAPISI VE ÖZELLİKLERİ

Çok hücreli canlılarda oksijen, besin maddeleri ve hormonları dokulara, karbondioksit ve diğer metabolik artıkları da boşaltım sistemlerine taşımak için dolaşım sistemine gereksinim duyulur. Dolaşım sistemi iki bölümden oluşur;
I. Kan damarları sistemi,
II. Lenfatik damarlar sistemi
Kan damarları sistemi;
- Kalp: Kanı pompalamak için özelleşmiş bir yapıdır.
- Arterler: Vücudun bütün bölümlerine besin, oksijen ve hormonları taşır. Kalpten uzaklaştıkça dallanır, dallandıkça da çapları küçülür.
- Kapillerler: Küçük, ince duvarlı damar ağıdır. Bu damarların duvarı, kan ve dokular arasında madde geçişine izin verir.
-Venler: Kalbe dönen damarlardır. Kalbe yaklaştıkça çapları artar.
Lenfatik damarlar; dokularda ucu kapalı tübüllerle başlar ve lenfatik kapillerlerin birleşmesiyle değişik çapta lenf damarları oluşur. En büyükleri kalbe yakın büyük venlere açılırlar. Böylece doku aralığındaki sıvı kan dolaşımına geri döner.
KAN DAMARLARI
Kapiller damarlar ve venüller dışındaki bütün kan damarları genel olarak üç tabakadan oluşur .

Tunika intima (İç tabaka): İçte endotel hücre dizisi, bunun altında bazal lamina ve gevşek bir fibroelastik bağ dokusundan oluşan subendotelial tabakadan meydana gelir.Subendotelial tabakanın dış kısmında elastik fibrillerin yoğunlaşması ile membrana elastika interna meydana gelir. Bu yapı orta tip arterlerde belirgin bir şekilde görülür, ancak venler ve büyük tip arterlerde ayırt edilemez. Subendotelial tabakada arasıra düz kas hücreleri de görülür. Bu tabakada hem bağ dokusu fibrilleri hem de düz kas hücreleri genel olarak longitudinal düzenlenmiştir.
Tunika media (Orta tabaka): Esas olarak sirküler düzenlenmiş düz kas hücrelerinden meydana gelir. Kas hücreleri arasında dağılmış farklı miktarlarda elastik ve kollajen fibriller ile proteoglikanlar bulunur. Ekstrasellüler matriks düz kas hücrelerince oluşturulur. Bu tabaka arterlerde iyi gelişmiştir. Elastik ve Müsküler arterler arasında media tabakasının içeriği farklılık gösterir. Kapiller ve postkapiller venüllerde bu tabakayı perisitler oluşturur.
Tunika adventisya (Dış tabaka): En dış tabakadır. Daha çok uzunlamasına düzenlenmiş kollajen ve elastik fibrillerden oluşur. Özellikle venlerde bu tabakada düz kas hücreleri de bulunur. Media tabakasına yakınında elastik fibrillerin yoğunlaşması ile membrana elastika eksterna oluşur. Adventisya venlerin duvarlarında en belirgin tabakadır. Bu tabaka çevre bağ dokusu ile devam eder. Büyük damarlarda adventisya içinde ''vaza vazorum'' olarak adlandırılan küçük kan damarları bulunur. Vaza vazorumlar lümenden diffüzyonla beslenemeyecek kadar kalın olan adventisya ve media tabakalarını besler.
Arterlerde bu damarlar daha az sayıdadır ve sadece adventisya tabakasında bulunur. Venlerde ise daha çok sayıdadır ve media tabakasına da ulaşır. İntima ve medianın en iç tarafı damarsızdır ve kandan diffüzyonla beslenir. Lenfatik kapillerler; arterlerde sadece adventisyada bulunurlar, venler de ise media tabakasına kadar girerler. Kan damarı duvarlarındaki düz kaslar myelinsiz sempatik sinir ağı (vazomotor sinirler) ile uyarılır. Bu sinirler norepinefrin içerirler. Norepinefrin salınımı damarlarda vazokonstriksiyona neden olur. İskelet kasındaki arterler ayrıca kolinerjik vazodilatatör sinir desteği de alırlar. Bu efferent sinirler arterlerin media tabakasına girmediğinden,norepinefrinin media düz kas hücrelerini etkileyebilmesi için bir kaç mikrometre diffüze olması gerekir. Mediadaki düz kas hücreleri arasındaki gap junctionlar, nörotransmitterlerin daha içteki kas hücrelerine taşınmasını sağlar. Venlerde sinir uçları hem adventisyada hem de mediada bulunur. Fakat total yoğunluk açısından arterler daha zengindir.
ARTERLER
Kalbin pompaladığı kanı kapiller yatağa götüren damarlardır. Arterler kalpten uzaklaştıkça çapları azalarak devam eden dallanmalar yaparlar. Kalpten çıkan iki ana arter vardır. Bunlar sağ ventrikülden çıkan truncus pulmonalis ve sol ventrikülden çıkan aortadır.Truncus pulmonalis kalpten çıktıktan hemen sonra sağ ve sol pulmoner arterlerine ayrılarak akciğerlerde dağılır. Aorta ise kalbin üst tarafından yukarı doğru çıkıp daha sonra sola doğru bir kıvrım yaparak aşağı döner. Toraks ve abdomen boşluğundaki organlara dallar vererek pelviste abdominal aorta sağ ve sol arteria iliaca communislere ayrılır. Baş-boyun ve üst ekstremitelerin arterleri ise arcus aorta‘dan çıkan truncus brachiocephalicus, sol arteria carotis communis ve sol arteria subclavia‘dır. Bu arterlerin gittikçe dallanmaları ile büyük çaptan daha küçük çaplı damarlar (arterioller) oluşur ve bu dallanma damarın tek bir endotel hücreli tabaka (kapiller) olmasına kadar devam eder. Kapillerler, kardiyovasküler sistemin en küçük fonksiyonel elementidir. Bu şekilde dallanma gösteren arterler çaplarına göre dört gruba ayrılır.
Büyük tip arterler (elastik arterler, iletici arterler): Aorta, arteria pulmonalis,arteria carotis communis, arteria subclavia ve arteria iliaca communis bu gruba girer. Bu arterlerin duvarları çaplarına göre daha incedir. Media tabakasındaki elastik fibriller fazla olduğu için canlı dokuda sarı renkte görülürler. Kalbin yakınındaki büyük iletici damarların sistol sırasında duvarlarındaki elastik fibrilleri uzar, diastolde ise bu fibriller geri çekilerek kan basıncını korurlar. Böylece elastik arterler, kalp vurumları aralıklı olmasına rağmen akımın devamlılığını sağlayan yardımcı bir pompa olarak görev yaparlar. Bu damarlarda görülen tabakalar;
Tunika intima: Bu tabaka Müsküler arterlerdekine göre daha kalındır. Aortada, total duvar kalınlığının yaklaşık % 20‘sini intima tabakasıoluşturur. Lümene bakan yüzü tek sıra yassı endotel hücre dizisi ile örtülüdür. Komşu endotel hücreleri birbirleriyle zonula okludens ve bazen de gap junctionlar ile bağlanmıştır.Subendotelial tabaka kalındır. Burada uzunlamasına yerleşim gösteren kollajen ve elastik fibriller ile düz kas hücreleri görülür. Kas hücreleri intimada bulunan çeşitli tip intersellular maddeleri üretirler. İntimanın periferik kısmında membrana elastika interna, media tabakasındaki elastik liflerle karıştığı için ayırt edilemez.
Tunika media: Büyük damarlarda kalınlığı 500 mikrona (0.5 mm) kadar ulaşır. Yeni doğanlarda 40, yetişkinlerde 70 kadar
pencereli düzenlenmiş elastik membran içerir. Elastik membranlar arasında kollajen fibriller ve düz kas hücreleri de bulunur. Bu membranlar arasındaki düz kas hücreleri elastin, kollajen ve proteoglikanları üretir.
Tunika adventisya: Elastik arterlerde ince olup farklı yönlerde seyreden kollajen ve elastik fibriller içerir. Kollajen lifler damarın sistolde aşırı dilate olmasını engeller. Bu tabakada; fibroblastlar, düz kas hücreleri, diğer tip bağ dokusu hücreleri, damarlar (vaza vazorum) ve sinirler bulunur.Orta tip arterler (müsküler arterler, dağıtıcı arterler): Arteria brakialis, arteria femoralis, arteria radialis ve dalları bu grupta yer alır. Arteryal sistemdeki damarların çoğu orta tip arterdir. Bu tip amarlardaki histolojik katlar;
Tunika intima: Lümene bakan yüzünü tek sıra endotel hücre dizisi oluşturur. Endotel altında ince bir subendotelial tabaka bulunur.Media tabakasına yakın dış kısımda damar enine kesitlerinde kıvrıntılı bir yapı olarak membrana elastika interna belirgin şekilde görülür.
Tunika media: Bu tabakanın kalınlığı düz kas hücrelerinin dairesel şekilde oluşturduğu 3-4 tabakadan 40 tabakaya kadar
değişmektedir. Düz kas hücreleri arasında bu hücreler tarafından sentez ve salgılanan kollajen ve elastik fibriller görülür. Tunika adventisya: Müsküler arterlerde adventisya tabakası tunika media kadar ya da daha kalın olabilir. Uzunlamasına düzenlenmiş elastik fibriller ve daha az miktarda da kollajen fibriller içerir. Müsküler arterlerin duvarındaki elastik fibrillerin çoğu adventisyada bulunur. Media tabakasına yakın iç kısımda sınırları belirgin olmaksızın çevre bağ dokusu ile devam eden membrana elastika eksterna gözlenir. Adventisyada ayrıca vazomotor sinirlerden oluşan bir sinir ağı ve lenfatik damarlar da yer
alır.

Küçük arterler: Çapları daha küçük ve duvarı daha ince olmakla birlikte orta tip duvar yapısına benzer özellikler gösterir.
Arteriol (prekapiller damar): Arterial sistemin çapı 30 ile 400 mikron arasında değişen en küçük terminal dalları arteriol olarak isimlendirilir. Bu tip damarlarda görülen tabakalar aşağıda belirtilmiştir.
Tunika intima: En küçük arteriollerde sadece endotel hücresi ve bazal membrandan bulunur. Daha büyük arteriollerde endotel hücre dizisi altında ince bir bağ dokusu ve zorlukla belirlenebilen bir membrana elastika interna gözlenir.
Tunika media: Bu tabaka, damarın büyüklüğüne göre değişen 2-6 sıra düz kas hücresinden oluşur. Düz kas hücreleri arteriol duvarını çepeçevre sarmadığında, bu damarlar artık metarteiol olarak isimlendirilir.Metarteriollerin başlangıç bölümünde düz kas hücre halkasından oluşan sfinkter yapısı (prekapiller sfinkter) kapillerlere girecek kan miktarını kontrol eder.
Tunika adventisya:İnce gevşek bir bağ dokusudur. Media tabakası kadar kalın olabilir. Kollajen ve elastik
fibrillerden oluşur.Küçük tip arterlerin en uç kısımları ve arterioller (prekapiller damarlar) rezistans damarlar olarak bilinir. Bu damarlar kalpten atılan kanın periferde karşılaştığı en büyük direnç bölgesidir; periferik direncin oluşumunu ve kontrolünü sağlarlar.
ARTERİOVENÖZ ANASTOMOZLAR
Kan akımı arteriollerden venüllere kompleks bir kapiller ağ içinden akar. Kapiller ağ ya doğrudan arteriollerden ya da daha küçük metarteriollerden başlar. Kan kapiller ağ dışında arteriovenöz anastomozlarla kapiller yatağa uğramadan doğrudan arteriollerden venüllere geçiş gösterebilir. Arteriovenöz anastomozun arteriol ucu içerdiği çok miktardaki düz kas hücresine bağlı olarak kalın duvarlıdır. Bu kalın düz kas tabakasının kasılması anastomoz lümenini kapatır ve kan kapiller yatağa yönelir. Bu tabaka gevşediğinde ise kan kapiller yatağa uğramadan venüllere geçer. Arteriovenöz anastomozlar deride belirli bölgelerde
(dudaklar, burun, kulak, el ve ayak parmağı gibi) yaygın olarak bulunur. Bunlar ısı regulasyonunda önemli rol oynarlar.
KAPİLLERLER
Arteriol ve venüllerin arasında çok sayıda dallanmalar ve anastomozlar ile bir ağ yapısı oluşturan damarlardır. Toplam uzunluğu 96.000 km kadar olduğu hesaplanmıştır. Ortalama çapları 5-9 mikron kadardır . Metabolik aktivitesi fazla olan dokular (akciğer,
karaciğer, böbrek, müköz membranlar, bezler, iskelet - kalp kası, beyin korteksi) kapillerden zengindir. Düz kaslar, tendon, sıkı bağ dokusu ve seröz membranlar gibi yapılar ise kapillerlerden fakirdir.
Kanın akış hızı aortada ortalama 320 mm/sn iken, kapillerlerde 0.3 mm/sn'dir. Kapiller sistem ırmakların aktığı ve boşaldığı bir göle benzetilebilir. Kapiller sistemde kan akımının yavaş ve kapiller duvarın ince oluşu, kan ile doku arasındaki değişim için çok uygundur. Kapiller damarların duvarı içten dışa doğru; endotel, perisit ve ince bir retiküler fibril ağından oluşur. Endotel hücreleri arasında fasiya okludens (devamlılık göstermeyen sıkı bağlantı) tipi bağlantılar görülmesine rağmen beyinde kapiller endotelleri arasında ise zonula okludens (devamlılık gösteren sıkı bağlantı) tipi bağlantılar bulunur. Perisitler modifiye düz kas hücreleri olup endotel hücrelerini kısmen kuşatır. Endotel hücrelerininyapısına ve bazal laminanın varlığına bağlı olarak kapillerler dört gruba ayrılır.
- Kesintisiz veya somatik kapillerler: Duvarında pencerelerin olmaması ilekarekterizedir. Bu tip kapillerler; kaslarda, bağ dokusunda, ekzokrin bezlerde ve sinir dokusunda bulunur. Bazal lamina kesintisiz olarak endoteli kuşatır. Komşu hücreler arasında zonula okludens tipi bağlantılar vardır.
- Pencereli veya visseral kapillerler: Endotel hücrelerinin sitoplazmalarında 60-80 mikron çapında ince bir diaframla kapatılmış pencereler vardır. Endotel etrafında devamlı bir bazal lamina bulunur. Bu tip kapillerler; böbrek, bağırsak ve endokrin bezler gibi kan ile doku arasında madde alış verişinin hızlı olduğu organlarda görülür.
- Pencereli diaframsız kapillerler: Böbrek glomeruler kapillerlerinde bulunan,pencerelerinde diafram olmayan ve bazal laminası diğerlerine göre oldukça kalın olan kapillerlerdir.

-Sinuzoidal kapillerler: Çapları diğer kapillerlere göre daha büyüktür (30-40 mikron). Seyri boyunca genişlemeler ve daralmalar gösterir. Endotel hücre sitoplazmasında çok sayıda diaframsız pencere vardır. Devamlı bir bazal lamina yoktur. Endotel hücreleri aralıklı yerleşim gösterir. Duvarlarında perisit bulunmaz. Sinuzoidlerin en tipik örneği karaciğerde bulunur. Bunun dışında dalak, kemik iliği, adrenal korteks, adenohipofiz gibi endokrin bezlerde de gözlenir.
ARTERLERİN ELASTİK ÖZELLİKLERİ
Arterlerin media tabakası damarın elastik özelliğinden sorumludur. Elastik özelliğin üç temel komponentini; elastik lameller - fibriller, kollajen lifler ve düz kaslar oluşturur.Küçük prearteriyolar damarlardaki düz kasların etkisi esas olarak elastik yada kollajen lifler üzerine olur. Elastik ve kollajen, media tabakasında stres altında damarın davranışını belirler. Düşük basınçta stresin çoğu elastik lamellerde oluşur Kasın kontraksiyonu ile stres kollajen liflere aktarılır ve damar duvarı sertleşir. Kasın gevşemesiyle stres elastik lamellere aktarılır ve damar duvarının dilate olması sağlanır.
VENLER
Kan, kapiller ağdan başlayan venüller aracığı ile önce küçük çaplı venlere dökülür. Bu venler ise daha büyük çaplı venleri oluşturduktan sonra vena cava inferior ve vena cava superioru oluşturarak kalbin sağ atriumuna dökülürler. Venler, duvarları ince olduğu için kolayca gerilir ve daha fazla kan tutarlar. Bu yüzden kapasitans damarlar (kan yüklenim damarları, ven yatağı) olarak bilinirler. Bu özellikleri intravasküler basıncı artırmasını engeller. Kapasitans damarlardan kalbe dönen kan miktarı, ön yükü belirleyen önemli bir faktördür.Ven duvarlarında karşılıklı intimal kıvrımlardan oluşan ven kapakçıkları bulunur.
Kapakçıklar; iki yüzü endotel ile örtülü, orta bölümü ise elastik fibrillerden zengin subendotelial tabakadan oluşur. Kapaklar özellikle alt ekstremitedeki venlerde çok sayıda A B bulunur. Merkezi sinir sistemi ve visseral organ venleri ile büyük venlerde kapak bulunmaz. Venlerde arterler gibi çaplarına göre dört gruba ayrılır.
Venüller: Başlıca üç tip venül vardır. Bunlar; Postkapiller venüller: Kapillerler;10-25 mikron çapındaki en küçük venüllere açılırlar. Bunların yapısı kapillerlere benzer, ancak daha çok perisit içerirler. Bu venüllerde kapillerlerdeki gibi madde alış verişi olur.
Toplayıcı venüller: Postkapiller venüller; 20-50 mikron çapında daha büyük toplayıcı venüllere açılırlar. Bu damarlarda perisitler devamlı bir tabaka oluşturur. Bunların dışında kollajen fibriller vardır.
Müsküler venüller:Toplayıcı venüllerin çapları arttıkça, perisitler düz kas hücreleri ile yer değiştirir.Bir iki sıralı düz kas hücre tabakası oluşur ve en dış tarafda kollajen fibrillerin yoğun olduğu bir adventisya görülmeye başlar. Bunların çapları 50-100 mikron arasında değişir.
Küçük venler: Müsküler venüllerin devamıdır. Benzer duvar yapısına sahip olmasına rağmen çapları 1 mm ye kadar ulaşır. Kas hücreleri daha belirgindir ve dışında adventisya tabakası görülür.
Orta tip venler: bu damarlarda bulunan katlar;
Tunika intima: İç tarafta endotel hücre dizisi, altında ince bir bağ dokusu ve dışta da belirgin olmayan bir membrana elastika interna bulunur.
Tunika media: Arter tunika mediasına göre daha incedir. Aralarında elastik ve retiküler lifler bulunan iki ya da üç tabaka düz
kas hücresi içerir.
Tunika adventisya: Bu venlerde damar duvarının en kalın tabakasıdır. Uzunlamasına düzenlenmiş kalın kollajen demetlerden oluşur.
Büyük venler: Bu damarlardaki katlar ise;
Tunika intima: Endotel hücre dizisi ve altında orta tip venlere göre daha çok elastik ve kollajen lifler içerir. Membrana
elastika interna dış tarafta bulunur.
Tunika media: Çok miktarda bağ dokusu ve bir kaç sıra düz kas hücresi yer alır.
Tunika adventisya: Geniş bir tabakadır. Kalın bir kollajen fibril demeti, uzunlamasına düzenlenmiş düz kas hücrelerinden ve elastik fibrillerden oluşur. Çok sayıda vaza vazorum içerir.
ARTERLERDEKİ ÖZELLEŞMİŞ DUYU ORGANLARI
Vücuttaki ana arterler üç tip özelleşmiş duyu organına sahiptir. Bunlar karotid sinusler,karotid cisimcikler (glomus caroticum) ve aortik cisimciklerdir . Ayrıca küçük baroreseptörler aorta ve bazı büyük damarlarda da yerleşmişlerdir. Bu yapılardaki sinir sonlanmaları; kalp atışı, solunum ve kan basıncı kontrolü için impulsları beyne götürürler.Kan basıncı ve içeriğini gösteren bir monitör gibi çalışırlar.
Karotid sinüs'de; kan basıncı değişikliklerini algılayan baroreseptörler bulunur. Bu yapılar; arteria carotis communis‘in bifurkasyon yerine yakın, arteria carotis interna‘nın duvarına yerleşmiştir. Burası nervus glossopharingeus‘tan gelen fazla sayıda sinir sonlanmasına sahiptir. Karotid sinüs‘lerin yerleştiği arter duvarında, tunika adventisya daha kalın, tunika media ise daha incedir. Bu durum kan basıncı arttığında tunika media‘nın gerilmesine yol açar. Bu gerilme çok sayıdaki sinir uçları tarafından algılanır. Karotid sinüs‘lerden başlayan afferent impulslar beynin vazomotor merkezi tarafından alınır ve bu uyarılar vazokontriksiyonu tetikleyerek kan basıncını uygun konuma getirir. Kan basıncı yükseldiğinde kalbi yavaşlatır ve arteriyollerde vazodilatasyon yapar. Ayrıca küçük baroreseptörler aorta ve bazı büyük damarlarda da yerleşmişlerdir.Karotid cisimcikler (glomus caroticum); arteria carotis communis‘in bifurkasyon yerinde yerleşmişlerdir. Kandaki O2, CO2 ve H+ gibi maddelerin konsantrasyonunu algılamadan sorumlu sinir sonlanmaları içeren kemoresöptörlerdir. Aortik cisimcik‘ler; arcus aorta‘da yerleşmiş yapı ve fonksiyon bakımından karotid cisimciklere benzerler.

LENF DAMARLARI
Merkezi sinir sistemi, kıkırdak, kemik ve kemik iliği, timus, diş, tırnak, kıl, epidermis plasenta haricinde çoğu doku ve organlarda lenf kapiller ağı kan kapillerlerine paralel olarak görülür. Kan dolaşımı; kalp, arter ve venlerden meydana gelen kapalı bir dolaşım sistemini oluşturur. Lenf dolaşımı ise; dokuda kapalı kapiller uçlar olarak başlar daha sonra lenfatik damarlar ve kanallarla (ductus thoracicus ve ductus lymphaticus dexter) devam ederek, vena jugularis interna ile vena subclavia'nın birleştiği köşeye (angulus venozus'a) açılır.Lenf damarları boyunca lenf düğümleri bulunur. Lenf sıvısı, lenf düğümüne çok sayıda afferent lenfatik damarlar ile girer ve genellikle tek ve büyük efferent lenfatik damar olarak çıkar. Lenf düğümlerinde lenf sıvısı, makrofajlar tarafından yabancı partiküllerden temizlenir. Lenf; kanın sıvı kısmının kapiller duvarından çevre interstisyel aralığa sızmasıyla oluşur, yani kan plazmasının bir ultrafiltratıdır. Lenf; su, elektrolitler ve % 2-5 arasında değişen protein içerir. Lenf damar sisteminin esas fonksiyonları;
1. Dolaşımdan kaçan sıvı ve plazma proteinlerini kana döndürmek,
2. Resirkülasyon havuzundaki lenfositleri sistemik dolaşıma döndürmek,
3. Lenf düğümlerinde oluşan immun globulinlerin kana girmesini sağlamak.
Lenfatik kapillerler: Lenfatik kapillerlerin; devamlı bir bazal membranları ve duvarlarında perisit yoktur. Çapları kan kapillerlerine göre daha büyüktür. Çapları üniform değildir, yani daralıp genişlemeler gösterir. Dokuda kör uçlar olarak başlarlar. Endotel hücrelerinin dış yüzüne 5-10 nm çapında bağlayıcı fibriller adı verilen fibril demetleri tutunur. Bu fibriller çevre bağ dokusundaki fibrillere tutunurlar. Bunların lenf kapillerlerinin lümeninin açık tutulmasını sağladığı düşünülmektedir.
Lenf damarları: Duvar yapısı venlere benzemekle birlikte, komşuluk yaptığı aynı çaptaki venden daha incedir. Küçük lenf damarlarında endotel çevresinde retiküler, kollajen fibriller ve az sayıda düz kas hücreleri bulunur. Çapı 200 mikron'dan büyük olanların duvar yapısı birbirinden belirgin olarak ayırt edilmeyen intima, media ve adventisya tabakalarından meydana gelir. Tunika intima: Endotel ve altında uzunlamasına seyreden ince bir elastik fibril demetinden oluşmuştur.
Tunika media: Çoğunlukla sirküler seyreden bir kaç tabakalı düz kas dizisinden oluşur. Tunika adventisya: En kalın tabakadır.
Uzunlamasına düzenlenmiş elastik ve kollajen fibrillerden oluşur. Lenf damarlarında karşılıklı intimal kıvrımlar kapakları oluşturur. Venlerdeki kapaklara göre daha sık bulunurlar. Lenf kapakları, lenf akımının tek yönlü olmasını sağlar.Eğer lenfatik damarlar önemli derecede genişlerse, valvüller yetersizleşir ve geriye doğru lenf akımı olur. Lenfatik dolaşıma venlerde olduğu gibi dış kuvvetler yardımcı olurlar.İskelet kasının kasılması ve çevre yapıların hareketi lenf duvarına basınç yaparak lenf hareketini sağlar. Bundan dolayı, bir ekstremite uzun süre hareketsiz kalırsa lenf sıvısı hareketi yavaşlar.
DOLAŞIM SİSTEMİ EMBRİYOLOJİSİ
Dolaşım sistemi anjioblastik hücrelerden farklanır. Bu doku mezodermden(ekstraembriyonik mesoderm) gelişen mezenşimal hücre topluluğundan meydana gelir. Kan damarlarının gelişimine anjiogenezis denir. Dolaşım sistemi embriyoda fonksiyona başlayan ilk sistemdir. Embriyo, 3 ncü haftanın ortasına kadar çevre dokulardan diffüzyonla beslenir ancak embriyo geliştikçe bu yeterli olmaz. Embriyonun hızlı gelişimi, besin elde etme ve artık ürünlerin atılımı için dolaşım sisteminin erken gelişmesini gerektirir. Üçüncü haftanın başında, anjiogenezis yada kan damarı formasyonu başlar. Ayrıca üçüncü haftadan itibaren primitif plasental sirkülasyon da gelişir.
Anjiogenesis ve hematogenesis: Üçüncü haftada embriyo ve ekstraembriyonik membranlardaki kan damarı ve kan oluşumu Şekil 5 ve 6 da gösterilmiştir. Anjioblast olarak bilinen mesenşimal hücreler, kan adacıkları denilen izole anjiojenik hücre kümelerini oluşturururlar. Hücreler arasısındaki yarıkların birleşmesiyle kan adacıkları içerisinde küçük kaviteler oluşur. Anjioblastlar endotelial hücreleri oluşturmak için düzleşir. Bunlar kavitelerin etrafını çevreleyerek primitif endoteliumu oluştururlar. Bu endotelial kavite çizgisi kısa süre içerisinde endotelial kanalların ağlarını oluşturmak üzere birleşir.Endotelial gelişme ve birleşme ile komşu bölgelerdeki damarlar arasında iletişim kurulur.
Primitif kan hücreleri ve plazma: Kan damarlarında olduğu gibi kan hücreleride üçüncü haftanın sonunda yolk sac ve allantois duvarındaki endotelial hücrelerden gelişir.
Kan oluşumu embriyonun beşinci haftasına kadar görülmez. Kan hücreleri ilk olarak karaciğer, dalak, kemik iliği ve lenf nodlarında olmak üzere embriyo mesenşiminin farklı bölümlerinde gelişir. Pirimitif kan damarı endoteli çevresindeki mesenşimal hücreler,damarların müsküler ve bağ dokusu elemanlarına dönüşürler.

Primitif kardiyovasküler sistem: Kalp ve büyük damarlar kardiyojenik bölgedeki mezenşimal hücrelerden gelişir. Endotel ile döşeli, uzunlamasına bir çift kanal, endotelial kalp tüpleri olarak isimlendirilir. Bu yapılar üçüncü haftanın sonundan önce gelişir ve pirimitif kalp tüpünü oluşturmak üzere birleşir. Üçüncü haftanın sonunda endotelial kalp tüpleri tek bir tübüler kalbi oluşturmak üzere şekillenir. Primitif kalp tüpü ile embriyo kan damarları, kordon, chorion ve yolk sac'ın birleşmesiyle primitif kardiyovasküler sistem oluşur. Üçüncü haftanın sonunda, 21. 22. günde kan dolaşmaya ve kalp atmaya başlar (son adet başlangıcından yaklaşık beş hafta sonra). Kardiyovasküler sistem böylece ilk çalışmaya başlayan organ sistemidir. Embriyonik kalp atışları ultrasonografi ile beşinci haftadan itibaren saptanabilir.

FETAL VE YENİDOĞAN DOLAŞIMI

Fetal kardiovasküler sistem doğum öncesi ihtiyaçları karşılayacak bir yapıdadır.Doğumla birlikte dolaşım sisteminde bazı değişiklikler meydana gelir. Yenidoğanlarda iyi bir solunum doğumda normal dolaşım değişiklikleri için gereklidir.
Fetal dolaşım: Oksijenlenmiş kan, plasentadan umbilikal venlerle fetus'a gelir. Vena cava inferior, umbilikal venlerle plasentadan gelen kanın hepsini kısa sürede alır.Plasentadan gelen kanın yarısı hepatik sinuzoidlerin içinden geçer, geri kalan bölümü ise karaciğere uğramadan ductus venozus içinden geçerek vena cava inferior'a gelir. Ductus venozus'a giren kan miktarı, umbilikal vene yakın bir sfinkterle düzenlenir. Sfinkter gevşediğinde, duktus venozusa daha çok kan geçer. Sfinkter kasıldığında, daha çok kan portal sinuslar içinden portal vene ve oradan da hepatik sinuzoidlere geçer. Vena kava inferiordan kan, kalbin sağ atriumuna gelir. Vena cava inferiordan gelen kanın çoğu foramen ovale'den geçerek sol atriuma gelir. Burada pulmoner venlerle akciğerlerden dönen küçük bir miktar deoksijene kan ile karışır. Sol atriumdan, kan sol ventriküle geçer ve çıkan aorta ile kalbi terkeder. Kalp, baş-boyun ve üst ekstremiteler iyi oksijenlenmiş kan alır.Sağ atriumda küçük bir miktar vena kava inferior'dan gelen oksijenlenmiş kan vena kava superior'dan ve sinus koronarius'tan gelen deoksijene kan ile karışıp, sağ ventriküle girer. Bu kan orta düzeyde oksijenlidir ve trunkus pulmonalis ile sağ ventrikülü terkeder.Trunkus pulmonalis'deki kanın bir kısmı akciğerlere, büyük bir bölümü ise duktus arteriozus içinden aortaya geçer. Fetal hayatta yüksek pulmoner direnç yüzünden pulmoner kan akımı düşüktür. Kalpten çıkan kanın sadece % 5‘i akciğerlere gider ve bu kan da
akciğerlerin fonksiyonu için yeterli değildir. İnen aortadaki kanın % 40-50‘si umbilikal arterlere geçer ve tekrar oksijenlenmek için plasentaya döner.
Fetal dolaşımla ilgili doğum sonrası kalıntılar: Doğumdan sonra kardiovasküler sistemdeki değişiklikler nedeniyle bazı damar ve yapılara artık gerek yoktur. Umbilikal venin intra-abdominal kısmı ligamentum teres hepatisi oluşturur. Umbilikal venin lümeni
genellikle tamamen kapanmaz bu yüzden ligamentum teres kontrast madde ya da kemoterapötik ilaç injeksiyonu için gerekli ise yetişkinlerde kanalize edilebilir. Ductus venozus ligamentum venozus'u oluşturur. Umbilikal arterlerin intraabdominal bölümünün,proksimali arteria vesicalis superior'u, geri kalan kısmı ise ligamentum umbilicalis medialis'i oluşturur. Foramen ovale doğumda fonksiyonel olarak kapanır. Anatomik kapanma ise birkaç hafta içinde doku proliferasyonu ve septum primumun septum sekundum kenarına yapışması ile oluşur. Ductus arteriosus ligamentum arteriozum'u oluşturur. Duktus arteriozus'un anatomik olarak kapanması 12 nci haftaya kadar sürebilir.
YETİŞKİNDE ANJİOGENEZİS
Mevcut küçük damarlardan yeni damarların oluşması anlamına gelen anjiogenez, diabetik retinopati, hemanjiom, psöriazis ve artrit gibi yeni damar oluşmasıyla seyreden pek çok hastalığın yanısıra tümör büyümesi için de önemlidir. Yeni damar oluşumu, endotel hücrelerinin mikrovasküler sahadan göç ederek çoğalması, proteolitik enzimlerin belli oranlarda ortama salınması ve hücre dışı matriksin bozulması ve yeniden yapılanması gibi belirli süreçler sonrasında ortaya çıkar. Tüm dokuların anjiogenezis özelliği bulunmakla birlikte, özellikle endotel hücrelerinin bazı faktörlerle uyarılmaları anjiogeneze neden olan olaylar dizisini başlatmaktadır. Dokulardaki anjiogenez, uyarıcı ve önleyici mekanizmalar arasındaki dengenin bozulması ile ortaya çıkmaktadır.Anjiogenez, kapiller damarlardaki endotel hücrelerinin proliferasyonuna bağlıdır.Örneğin, yara iyileşmesi sırasında ortaya çıkan anjiogenez birkaç hafta sürerken, patolojik anjiogenez aylar veya yıllar boyunca devam edebilir. Dolayısıyla, antianjiogenez tedavisinde amaç, proliferasyon halindeki küçük damarların büyümesini önleyerek başlangıç hallerinde kalmalarını sağlamaktır.Anjiogenez, dinamik bir olay olup, mevcut mikrovasküler yataktan yeni kapiller ve kan damarlarının oluşması olarak da tanımlanabilir. Fizyolojik olarak anjiogenez, hassas bir şekilde kendi kendini kontrol etmektedir. Diğer taraftan, endotel hücreleri uzun süre canlı kalabilme özelliğine sahip olan hücrelerdir. Normal erişkin damarlarının sadece 10.000'de biri endotel hücreleri olup, herhangi bir zamanda bölünen hücre oranı da % 0.01'dir.Normal intestinal epitel hücrelerinin ise % 14'ünde hücre bölünmesi olmaktadır. Yani,barsak hücreleri günlük değişime uğrarken, endotel hücreleri yıllık değişime uğramaktadırlar. Fizyolojik anjiogenezisin aksine, patolojik anjiogenezis uzun süreli romatoid artrit olgularının sinoviumlarında da görülebilir.Romatoid artritte sinoviada kan damarlarına bitişik çok sayıda lökosit vardır. Yeni kan damarlarının proliferasyonu pannus gelişiminde önemli rol oynamakta olup, lökositler yeni kan damarları oluşmadan inflamasyon alanında ortaya çıkmamaktadır. Damar endoteline hücresel adezyonu, iltihabi odakta lökosit birikimi, sitokin oluşumu, pıhtılaşma, iltihabi ve immünolojik olaylar da anjiogeneziste aktif ve önemli rol oynamaktadırlar. Anjiogeneziste önemli rol oynadıkları belirlenen vasküler endotelial büyüme faktörü (VEGF) ve epidermal büyüme faktörünün (EGF) aterosklerotik olaylardaki etkisini araştıran faz I ve faz II çalışmalar ise devam etmektedir.
Anjiogenik mediatörler: Anjiogenik mediyatörler, stimülatörler veya proanjiogenik faktörler ile inhibitörler veya anjiostatik faktörler olarak iki grup altında incelenebilir. Bu anjiogenik mediyatörlerin büyük bir kısmını sitokinler ve büyüme faktörleri oluşturmaktadır. Anjiogenin ve IL-2 gibi sitokinler, romatoid artritli hastaların eklemlerinde bulunmakta ve anjiogenezise aracılık edebilmektedir. Koloni uyarıcı faktörler,muhtemelen sinovial doku makrofajlarını aktive ederek sitokinleri, belki de anjiogenik faktörlerin salınmasını uyarabilmektedirler. Epidermal büyüme faktörü, insülin benzeri büyüme faktörü 1 ve hepatosit büyüme faktörü bunların en önemlileridir. Hepatosit büyüme faktörünün romatoit artritli hastaların sinovial sıvı kültürleri ve endotel hücrelerinde migrasyona yol açtığı gösterilmiştir.
Anjiogenezis ve kanser: Solid tümörlerin devamlı olarak büyümeleri, bu tümörlerin yeni damar oluşumunu uyarma yeteneği ile ilişkilidir. Çünkü, bu damarlar tümör hücrelerine oksijen ve esansiyel yapısal elementleri taşırlar. Fizyolojik durumlarda yeni damar oluşumu güçlü bir şekilde önlenmektedir. Onkojen aktivasyonu ve tümör supresyon gen kaybı ile solid tümörlerdeki normal supresyon ortadan kalkmaktadır. Anjiogenik fenotip, anjiogenezisi düzenleyen negatif ve pozitif düzenleyiciler arasındaki dengenin değişmesi ile ortaya çıktığından, anjiogenezis sırasında tümör hücrelerinin çok miktarda anjiogenik faktörler salgıladıkları kabul edilmektedir.
Anjiogenezisin önlenmesi: Normal şartlarda anjiogenezis inhibitörleri, anjiogenezis yarıcılarından daha fazladır. Romatoid artrit gibi inflamatuvar hastalıklar, tümör büyümesi veya yara iyileşmesi durumlarında uyarıcılar baskın hale geçerler. Bundan dolayı,
anjiogenezis inhibitörlerinin tümör veya romatoid artrit gibi fibroproliferatif hastalıkların tedavisinde önemli rol oynayacakları düşünülmektedir. Hayvan modellerinde anjiogenez inhibitörleriyle yapılan çalışmalarda, bu ilaçların tümör hücresindeki kapillerlerde daralma ile nekroza yol açarak tümör hücresinin büyümesini engellediği ve metastazları azalttığı gösterilmiştir. Anjiogenezis inhibitörleri, neoplazm ve fibroproliferatif hastalıkların tedavisinde çok yönlü uygulanacağa benzemektedir.

SENDE YORUM YAP!

Whatsapp