Kanserle İlgili Afişler

Kanserle İlgili Afişler :

2003 yılı öncesinde kanser ile ilgili verilerimiz maalesef çok yetersizdi. Sağlıkta Dönüşüm Programı‘yla beraber bugün artık Dünya Sağlık Örgütü tarafından kalitesi kabul edilen verilere sahibiz.

Verileri pasif olarak sonradan toplamak yerine toplum bazlı aktif bir veri toplama sistemine geçmemizin bunda büyük rolü var. Tabii, bu çok kolay bir iş değil. Bunun için eleman değiştirmek gerekiyor. Düzenli bir sistematik oluşturmak gerekiyor. Bunu büyük ölçüde başarmış durumdayız.

Bu bahsettiğimiz hususun büyük bir önemi var. Neden? Çünkü Sağlıkta Dönüşüm Programı ile son 6 ay içersinde Türkiyemizde sağlık konusunda çok şey değişti. Artık Türkiye, hastalık yükü önemli ölçüde enfeksiyon hastalıklarından oluşan bir ülke değil. Biz sıtmayla, tifoyla, çocukluk çağında kızamıkla ve benzeri diğer hastalıklarla boğuşan bir ülke değiliz.

Bazı rakamlar vermek isterim: 2002 yılında kayıtlı tifo vakamız 25 bin iken 2008 yılında yalnızca 200 olmuştur. Yine Türkiyemizde her 2-3 yılda bir, her yıl 20-30 bin civarında kızamıklı çocukla karşılaşırken geçtiğimiz yıl kızamıklı çocuk vaka sayımız 0‘dır. Sadece 3 erişkin vakamız var. Bunlar da Irak‘lı bir öğrencinin kendisini muayene eden erişkin sağlık çalışanlarına bulaştırdığı vakalardır.

Sıtma vaka sayımız yine 10 binli rakamdan düşerek geçtiğimiz yıl 100‘lü bir rakamda kalmıştır. Bu örnekleri şunun için veriyorum. Türkiye‘nin sağlık yükü, hastalık yükü gerçekten önemli ölçüde değişiyor.

Beslenme eksiklikleri ile ilgili problemleri de büyük ölçüde yendik. Artık çocuklarımızda D vitamini eksikliği çok nadir bir duruma geriledi. Demir eksikliği aynı şekilde büyük ölçüde azaldı. Çocukluk çağı yetersiz beslenmesi ile ilgili olarak da önemli bir mesafe almış durumdayız. Hal böyle olunca bizim de hastalık yükümüz, tıpkı gelişmiş ülkelerde olduğu gibi iki ana grupta toplanmış oluyor. Bunlardan birisi kalp ve kalp damarları ile ilgili hastalıklar, diğeri de kanserler.

Öyle görülmektedir ki, önümüzdeki 15 yıl içerisinde, belki 30 yıl içersinde bu iki ana konuda özellikle dikkatlerimizi yoğunlaştırmalıyız. Yalnızca tedavi edici hizmetler açısından değil, koruyucu hizmetler açısından da bu iki alanda dikkatlerimizi yoğunlaştırmalıyız.

Tabii, korunma derken de bunun iki boyutu var. Birincisi doğrudan Sağlık Bakanlığı‘nın üzerine düşen görevler veya diğer sağlık çalışanlarının, sağlık sektörünün üzerine düşen görevler. Diğeri bireyin kendisinin farkındalığının artırılması. Çünkü birey kendi yaşam biçimini değiştirmedikçe, bu iki hastalık grubundan toplumu korumak mümkün değil.

Kuşkusuz bu son bahsettiğim hususta da Sağlık Bakanlığı‘na ve sağlık sektörüne büyük iş düşüyor. Batılıların sağlık promosyonu diye nitelendirdiği, bizim Türkçeye sağlığın geliştirilmesi diye çevirdiğimiz bir kavram var. Toplumu bilgilendirmek, insanları eğitmek gerekiyor. Onlarda ciddi bir farkındalık oluşturmanız lazım. Her bir bireyde ve kişinin yaşam biçimini de değiştirecek şekilde bir farkındalığın oluşturulması lazım.

Eğer bunları yapamazsak, biraz önce Kanser Savaş Daire Başkanımın da ifade ettiği gibi, Türkiye‘de kalp hastalıkları ile birlikte kanser de artmaya devam edecek. Bunun anlamı erken yaşta kaybedilmiş insanlardır. Bunun anlamı erken yaşlarda çocukları annesiz babasız kalmış yavrulardır.

O halde bu konu çok önemli bir konu, gerçekten. Dolayısıyla bugün bu salona teşrif etmiş olan siz değerli konuklar da bu meselenin önemini bütün Türkiye‘ye anlatmak açısından kanaatimce çok önemli aktörlersiniz. Bunu hepinizden bekliyoruz.

Biliyorsunuz yine Sağlıkta Dönüşüm Programımızda kanserin önlenmesi konusunda, gerçekten dünyaya örnek olabilecek bir program çerçevesinde tütün kontrolünü yürütüyoruz ülkemizde. Bu Tütün Kontrolü Programı‘nın hamisinin birinci derecede Başbakanımız olması işimizi çok kolaylaştırdı, icraat açısından.

Kuşkusuz Türkiye Büyük Millet Meclisi‘nin konunun arkasında durması son derece önemli olmuştur. Enteresan bir birliktelik olarak Başbakanımız ile beraber 25 kişilik kabinemizde sürekli tütün kullanan hiç kimsenin olmadığını ifade edebilirim. Bu toplum açısından da çok önemlidir.

Türkiye Büyük Millet Meclisimizde sigara ile ilgili bir kanun yaptık ve uygulamalara başladık. Bu hususta, bugün aramızda bulunan Sağlık Komisyon Başkanımız Sayın Cevdet Erdöl‘ün çok büyük emekleri oldu. Huzurunuzda kendisine şükranlarımı ifade etmek isterim.

Türkiye Büyük Millet Meclisimizin Değerli Başkanı bugün aramızdalar, sağ olsunlar. Çok büyük desteğini gördük biz, bu konuda. Gerçekten Türkiye Büyük Millet Meclisi‘nden milletvekillerimizin veya misafirlerinin kapalı mekânlarda sigara içmemesi hususunda çok kararlı bir tavır sergiledi ve bu tavır bence bütün kamu yöneticilerine ve Türkiye‘ye örnek teşkil etti.

Biliyorsunuz, 19 Temmuz‘da uygulamalarımızın bir devamı olarak bütün kapalı mekânlarda sigara içilmesi artık kısıtlanmış olacak. Biz yasak kelimesini çok sevmiyoruz. Çünkü bu kısıtlamalar herkesin hayrına olan işler. Sigarayı içen kişinin de hayrına. Özellikle de yanında, sigara içmeyen kişilerin hayrına.

Şu anda “sigara lobisi” -tırnak içersinde kısaca böyle ifade edeyim- 19 Temmuz‘dan sonra veya 19 Temmuz‘da bir ertelemenin olması hususunda belli lobi çalışmaları yapıyor. Ama daha önce de ifade ettim ve çok net olarak da ifade etmeliyim ki, bu hususta Hükümetimiz ve Bakanlığımız çok kararlıdır. Kanunda ne ortaya koymuşsak 19 Temmuz‘da bunun uygulamalarına başlayacağız.

Zaten biliyorsunuz yalnızca müstakil kahvehaneler, lokantalar, işte diğer eğlence yerleri bu kabil yerlerde kısıtlama başlamış değil. Bunun dışında bütün kamu binalarında, iş merkezlerinde, kapalı mekânlarda, toplu taşıma araçlarında, ticari taksilerde vb. yerlerde kısıtlama başlamıştı. Biz buna “Temiz Hava Projesi” diyoruz. “Havamızı koruyalım” diyoruz ve kuşkusuz bu kadar büyük başarının kısa sürede ortaya konuluşunda halkımızın bu meselenin arkasında durması çok önemli bir rol oynamıştır.

Türk halkı bu konuyu mükemmel bir biçimde algıladı ve bazılarının beklentisinin aksine, tepki koymak yerine kanuna da, uygulamalara da büyük ölçüde sahip çıktı. İşimizi asıl kolaylaştıran budur. Yaptığımız anketler, uygulamanın halkın büyük bir ekseriyeti tarafından kabul gördüğünü, desteklendiğini, hatta sigara içenler tarafından da büyük ölçüde desteklendiğini ifade ediyor, gösteriyor.

Türkiye‘de kanser taramaları konusunda önemli mesafeler aldık. Kısaca KETEM dediğimiz Kanser Tarama Erken Teşhis ve Eğitim Merkezlerini bugün bütün illerde açmış durumdayız. Özellikle meme kanseri, kolon kanserleri ve rahim ağzı kanserleri açısından bu taramaları önümüzdeki yıllarda da yaygınlaştıracağız. Kanser taramalarını geri ödeme programına aldık.

Ne demek: yani sigorta kurumları artık bu taramalar için de para ödüyorlar. Bu da çok önemliydi. Kanser teşhisi almış vatandaşlarımızın, özel hastaneler dâhil tamamen ücretsiz tedavi edilmesini sağlayacak kararlar aldık, Hükümet olarak. SGK, özel hastanelerden vatandaşlar için sağlık hizmeti alırken, kanser konusunda ilave bir ücret alınmaması konusunu şart koştu. Bunu da çok önemsiyoruz.

Biraz önce yine bahsedildi, bir dünya kongresi, “Kansere Karşı Kıtaların Birleşimi Kongresi”ni İstanbul‘da, 2010 yılında yapacağız. Bunu da ülkemiz açısından çok önemsiyoruz.

Dünya Sağlık Teşkilatı tarafından yayınlanan 2008 Kanser Raporu‘nda Türkiye, kanser kontrol stratejisi açısından “örnek ülke” olarak belirlenmiştir. Bütün bu başarıların sebebi, değerli misafirler, değerli dostlar, Sağlıkta Dönüşüm Programı ile artık kanser kontrolünün gerek farkındalığın artırılması, gerek taramalar, gerekse tedaviler açısından bir devlet politikası haline getirilmiş olmasıdır. Çalışmalarımıza önümüzdeki yıllarda da hız vereceğiz. Özellikle insan kaynaklarını artırmamız gerekiyor. Bu hususta karalılığımız tamam, stratejimiz tamam ama insan kaynaklarının sayısını mutlaka artırmalıyız.

Kanserde palyatif bakım dediğimiz yani kanserli kişinin konforunu sağlayacak çalışmalar ülkemizde üzülerek ifade etmeliyim ki, geçmiş yıllarda hep yetersiz kalmıştır. Bu anlamda da şimdi palyatif bakım merkezleri de açmak üzere bir teşebbüs içindeyiz. Bu konuda Dünya Sağlık Örgütü ile eğitimlere başlıyoruz. Bunları da önümüzdeki günlerde yaygınlaştıracağız.

Kanser yükünün, bütün tedbirlere rağmen azalmayacağını biliyoruz. Bütün maksadımız, yükün artmaması ve artışın azalmasıdır. Dolayısıyla tedavi edeceğimiz insan sayısının artacağını da biliyoruz. Bunun için bütün Türkiye‘de Sağlık Bakanlığı‘na bağlı onkoloji merkezleri kuruyoruz. Bunlardan ikisini de Ankara‘da iki büyük kampüste oluşturacağız.

Evet, bu hafta, kanser farkındalığını artırmak için önemli bir fırsat. Tekrar ifade etmek istiyorum. Hepinizden, bu salondaki değerli misafirlerimizin hepsinden halkımız adına sizlerden destek bekliyoruz. Biliyorsunuz, bu iş yalnızca Sağlık Bakanlığı tarafından yapılamaz. Sektörel işbirliği şart. Üniversitelerimiz, sivil toplumumuz, diğer devlet kurumları bu gün bizleri şereflendirdikleri gibi Türkiye Büyük Millet Meclisi‘nin desteği ve kuşkusuz değerli basınımızın desteği. Farkındalığın artırılması konusunda televizyonların, özellikle televizyonların tabii ki yazılı basının da büyük bir katkısı olduğunu biliyoruz.

Hatırlarsınız, Türkiye‘de büyük bir tartışma vardı, Çernobil ile alakalı. Çernobil acaba neye, ne kadar yol açtı diye. Şimdi geçmiş yıllarda yaptığımız çalışmalardan biliyoruz ki çok önemli bir etkisi olmadı ama o çalışmalardan biz bir şey öğrendik: Türk halkının kanserle ilgili bilgisinin büyük bir kısmı televizyonlardan geliyor. Sorduğunuz zaman, “Nereden bilgilendiniz?” diye; “Televizyondan bilgilendim” cevabını alıyorsunuz. O zaman bu bilgilenmenin doğru olması çok önemli, farkındalığın bu hususta geliştirilmesi çok önemli.

SENDE YORUM YAP!

Whatsapp