Hipertansiyon Akciğer

Hipertansiyon Akciğer :

Pulmoner hipertansiyon (PH), (Akciğer yüksek tansiyonu/Pulmoner arteriyel hipertansiyon / ICD-10 kodu: I27.0 ile I27.2 ) prognozu son derece kötü olan, sebebi anlaşılamamış ve çaresi henüz olmayan, ancak hastaların yaşam kalitesini ve ömrünü uzatan tedavilerinin olduğu, bir hastalıktır.

Akciğerde normal kan basıncı, dinlenme sırasında 25 mmHg ortalama PAP, egzersiz halinde en çok 30 mmHg ortalama PAP olarak kabul edilir ve bu değerlerin üzerinde ölçümlenen yüksek pulmoner arter kan basıncı, Pulmoner hipertansiyon, PH olarak kabul edilir.

Kanserin en tehlikeli türleri ile yarışan bu hastalık tedavi edilmediğinde, hastalığın safhalarına göre ortalama yaşam süreleri şöyledir;

NIH sınıf I ve II için 4.9 yıl
NIH sınıf III için 2.6 yıl
NIH sınıf IV için 6 ay

Hastaların ortalama yaşam süreleri 2.8 yılken, bu süre çocuklarda 10 aydır. Hastalığın prognozunun kötü seyretmesinin yanı sıra karmaşık yapısı nedeniyle de, teşhisi ortalama 2.5 yıllık bir gecikme ile konulabilmektedir.

Tıpta ilk kez 1891 yılında Dr. Ernst von Romberg.[1] tarafından tanımlanan Pulmoner Hipertansiyon, Dünya Sağlık Örgütünün (DSÖ) Venedik İtalya'da, 2003 yılında, Pulmoner Arteriyel Hipertansiyon üzerine 3. Dünya Sempozyumunda, ilk kez arteriyel, damarsal, hipoksik, tromboembolik ve çeşitli gibi beş ayrı grupta sınıflandırılmıştır. Günlük hayatımızda kendisini nefes darlığı, halsizlik, çarpıntı gibi belirtilerle ortaya çıkarmış ve ileri safhalarda sağ kalp yetmezliği ve ölümle sonuçlanan, akciğer damarlarındaki yüksek kan basıncıdır.

Her ne kadar pulmoner hipertansiyon yeni sınıflandırmalara tabii tutulsada, literatürde alışkanlıktan olsa gerek ağırlıkla, primer pulmoner hipertansiyon (PPH) yani sebebi bilinmeyen/idiopatik ve sekonder pulmoner hipertansiyon (SPH) yani sebebi bilinen/kabaca; başka tıbbi nedenlerin tetiklediği pulmoner hipertansiyon olarak yer almaktadır. Zamanla hastalık hakkında daha fazla bilgi sahibi oldukça. Hastalık daha iyi tanınıp anlaşılmaya başlandıkça, patofizyolojik farklılıklar (oluşumundaki farklılıklar) nedeniyle bu iki sınıflandırmanın yeterli olmadığı anlaşılmış ve yeni sınıflandırmaların zorunluluğu ortaya çıkmış, dolayısıyla da her yeni sınıf için ayrı tedavi yöntemleri ortaya çıkmıştır. Bu sebeple sınıflandırmanın önemi idrak edilmeli ve hastalıkla mücadelede etkin tedavi yöntemleri için, yeni kategoriler kabul herkesçe görmelidir.

SENDE YORUM YAP!

Whatsapp