Duygusal Rahatsızlıklar ve Depresyon

Duygusal Rahatsızlıklar ve Depresyon :

Tıp dünyasında duygusal rahatsızlıkların, özellikle de milyonlarca insanı etkileyen bunalımın kaynağı hakkında birtakım çelişkili görüşler bulunmaktadır. Bunalım sırasında kişi üzgün ve tükenmiş, yaşamdan hiç zevk almaz bir durumda, bazen fe1ce bile yol açan bitkinlik ya da zayıflık duygusunun üstesinden gelemez hisseder kendini. Genellikle kaygı, iştahsızlık ve uykusuzluk da eşlik eder bunlara. Bu olanların tam olarak nedeni bilinememektedir, bunalıma ciddi şekilde maruz kalanlarda da zamanla nöbetler daha sık ve daha uzun süreli olup sonuçta yaşamak için hiçbir neden kalmayıncaya dek sürmektedir. Günümüzde bu hastaların rehberlik demek olan psikiyatrik yöntemle mi, yoksa ilaç demek olan tıbbi yöntemle mi tedavi edilmesi gerektiği tartı-şılrnaktadır. Son zarıanlarda bunalıma karşı kullanılan kimyasal maddelerin kamuoyunda tanıtılması, yalnızca bunalımla kalmayıp «beyindeki» tüm rahatsızlıkların vücutta da sonuçlarını gösterdiği hakkında halkı aydınlarmıştır.

Şimdi artık rahatlıkla söyleyebilmekteyiz ki, ruhsal rahatsızlıkların çoğu yalnızca zihinsel belirtilerle değil, aynı zamanda da belirli biyokimyasal belirtilerle ilgilidir. Ana bunalım: Bunalımlı hastalarda bir dizi biyokimyasal bozukluklar görülebilir. Aslında, pek yakında bu hastalığıri tanısında tüm doktorlar kan testlerİni kullanmaya başlayacaklardır. En başta gelen değişikliklerin arasında adrenal bezlerinden kortizol hormonunun yüksek miktarda, büyüme hormonu ve trioid uyarıcı hormonun (TSH) düşük miktarda salgılanmaları ve hipofiz tarafından salgılanan prolaktinin yüksek düzeyde olmasıdır.

Şizofreni: Bu daha çok gençlerde görülen ciddi bir ruhsal rahatsızlıktır. Bu ülkede bir milyondan fazla insan bu rahatsızlığı çekmektedir ama hala tam olarak ne olduğu konusunda bir görüşbirliğine ulaşılamamıştır. Şizofrenikler gerçekle bağlarını yitirmişlerdir ve kuruntu, halüsinasyon ve dü-şünme bozuklukları gibi rahatsızlar çekerler. Akut bir şizofreni nöbeti kişinin toplum içindeki davranışlarını engeler. Eskiden hastanın akıl hastanesine kapatılması gerekiyordu. Oysa şimdi bir başka büyük ruhsal bozukluk olan bunalım (ve onun bir türü olan akıl hastalığı düzeyindeki bunalım) ile birlikte ilaçla tedavi edilebilmektedir. Şizofrenikler, büyüme hormonu, seks hormonları olan gonadotropinler ve prolaktin de dahil olmak üzere bazı hipofiz hormonlarında anormallikler gösterirler. Bunlarla birlikte, başka beyin ve endokrin hormonları da eklenebilir.

Anoreksiya: Bu, genç kadınları ve ergen kızları etkileyen, toplumca şimdi artık yaygın olarak bilinen bir beslenme rahatsızlığıdır. Hasta kilo almaktan müthiş korkmakta ve kendini gerçekte olduğundan daha şişman sanmaktadır. Bu durum hasta zayıflıktan ölme derecesine gelinceye dek sürer. Anorektikler kilo verebilmek için yemek yemezler. Bazan da hastalık, daha sonra pişmanlık ve utançla sonuçlanan kontrolsüz abur cubur yeme olan oburluk hastahğına dönüşebilir ya da her iki hastalık bir arada da bulunabilir. Anoreksiyanın kimyasal yönü, hipofizden cinsiyet hormonları gibi büyüme hormonunun da anormal biçimde salgılanmasını ıçerır.

Tüm bu hastalıklar (istenirse liste daha da uzatılabilir) psikiatrik tedaviye karşı çok inatçıdırlar ama bu kimyasal tedaviler bulunduğu anlamına gelmez. İlaçla tedavi bazan ba-şarılı olsa da her zaman için yan etkileri vardır. Şizofreniklerde bozulmuş düşünce işlemlerini sakinleştirrnek için kullanılan ilaçlardan bazıları oldukça yaygın ve etkili de olabimektedir - bunlara bazan «kimyasal deli gömleği» de denir. Zihinsel rahatsızlıkları ilaçla tedavi etme devrimi bazı insanlara büyük bir rahatlık getirdi ve akıl hastanelerinin yataklarının boş kalmalarına neden oldu. Ne ki, hiç kimse hastaların büyük bir bölümünün iyileştirilebildiğini iddia edemez.

Zihinsel rahatsızlıklardaki bozulmuş düşünce kalıpları-nın vücutta biyokimyasal değişiklere neden olduğu da gözlemlenmiştir. Duygusal rahatsızlık ya da kimyasal değişikli-ğin hangisinin daha önce oluştuğu üzerindeki çelişki bana saçma geliyor. Eski bir deyişle, tavuğun mu yumurtadan, yoksa yumurtanın mı tavuktan çıktığı hiç farketmez.

Bir örnek vermek gerekirse, çocukların gelişmemiş kemik yapısı ile birlikte geç ergenlik ve boy kısalığı (yaşlarına göre normalden 50 cm daha küçük) sergiledikleri ruhsal cücelik denen ve pek nadir karşılaşılan bir hastalık vardır. Bu çocuklar genellikle duygusallıktan yoksun ailelerden gelirler. Yapılan kan testlerinde büyüme hormonu normalin çok altında bulunmuştur.

Yine de, bu çocuklar duygusal yönden destekleyici bir çevreye yerleştirildiklerinde hızla büyümeye ve yaşıtlarına yetişmeye başlarlar. Şurası çok önemlidir ki, klinik olarak gelişme göstermeye başladıklarında kandaki büyüme hormonu da aynı anda artmaktadır. «Anne sevgisinden yoksunluk sendromu» taşıyan diğer çocuklar da duygusuz ve çekingen davranışlar sergilerler ve bunların kökeninde çok erken dönemlerde anne sıcaklığı ve yakınlığının olmayışı yatar. Bu çocuklar toplumsal ilişkilerden çekinirler, hatta fiziksel acıya karşı bile duyarsız görünürler, sıklıkla da kendilerine acı çektirirler. Zaman zamarı huysuzluk ve yıkıcılık nöbetleri geçirirler. Bütün bunlara karşın yine de, duygusal yönden sı-cak bir çevrede sevgi, ilgi ve şevkat taşıyan kişilerce tedavi edilirlerse, anormaldavranmalarına «yol açan» biyokimyasal bozuklukların düzeldiği görülmüştür.

Diğer bir deyişle, bu çocukların vücut kimyası, korku, kaygı ve bunalım duygularına bir yönden karşılık verirken, sevgi ve şevkat duygularına da bütünüyle farklı bir başka yönden tepki göstermişlerdir. Burada görmüş olduğumuz durum gerçek bir ikilem, gerçek bir psikofizyolojik bağıntı değildir. Bağınııyı biz yaratırız - zihin ve bedeni en başta birbirinden ayırdığımiz anlamında - böylece de fizyolojiyi anlaya biliriz. Psike (ruh) alanında, hasta insanların düşünceleriyle normal insanların düşünceleri arasında bir çekişki olmadı-ğını görerek, Sigmund Freud ruhbilirnde çok büyük bir atı-lım gerçekleştirdi. Düşünme, insanın eylemine uzanan bir yolda gerçekleşir. Şimdi bu yolu, insan dediğimiz bir tek birleşik organizmanın bütünüyle bir ifadesi olan psikolojiyi de kapsayacak biçimde gerıişletebiliriz, Daha derin bir düzeyde, bu organizma, «zihin» alanındaki zekanın uyanşları ve düşünce işlemlerinin ifade edilişinden başka bir şey değildir aslında. İşte zihin-beden bağıntısını incelediğimizde ulaştığı-mız görüş budur.

Zihinsel tedavide bunun çok önemli olduğuna inanıyorum. Bunalım veya diğer ruhsal rahatsızlıkları çekenler bozulmuş bütünlük kurbanlarıdır. Zihin ve bedenin bir arada uyum içinde oldukları durumun bir kez dışına çıkıldığında, fiziksel ve zihinsel birçok hastalık ortaya çıkar. Doktorun görüşüne bağlı olarak, tedavi psikiatri veya ilaçlar doğrultusunda yapılır. Ama temelde bir tek şey - zihin ve beden bütünlü-ğü - yitirilmiştir. Rahatsızlıkları iyileştirmeye çalışarak bu bütünlüğe dönmek gücümüzün dışındadır. Şimdiye kadar şu nokta anlaşılmış olmalıdır ki, bütünlüğe yalnızca içerden dönülebilir ve bu süreç de ancak insan organizmasının, «özün», en derin düzeyine ulaşmakla başlar.

SENDE YORUM YAP!

Whatsapp