Dengeli Beslenme İle Koruma

Dengeli Beslenme İle Koruma : Metabolizma, dolaşım ve sindirim sistemi hastalıklannın ekseriyetle aşın beslenmeden kaynaklandığı artık bilinen bir gerçektir. Öyle ki, ciddi sağlık kitap- lan bu hastalıklar için “medeniyet hasta- lıklan” tabirini kullanmaktadırlar.Çok yemek hususunda Cenâb-ı Hak, bir âyet-i kerimede şöyle buyuruyor: “Yeyiniz, içiniz fakat israf da etmeyiniz. Allah israf edenleri sevmez.Burada “israftan kastedilen mana, yiyeceklerin israfı olmakla beraber, daha çok “vücuda zarar verecek derecede mideyi doldurmak” şeklinde anlaşılmalıdır. Zira, peygamberimiz (s.a.v.) karnını tamamen doyurmaz; şöyle buyururdu: “Mü’min kamını tamamen doldurmaz. İnsanoğlu kamından daha zararlı bir kap doldurmamıştır. İnsanoğluna kendiniayakta tutacak birkaç lokma yeter. (Eğer bunu beceremiyorsa) hiç olmazsa midenin üçte birini yemeğe, üçte birini suya, geri kalanım da havaya ayırsın (boş bı- raksın.Ebu Seleme’nin oğlu Ömer (r.a.) anlatıyor: Ben Resûlullah’ın terbiyesi altında bir çocuktum. Yemek yerken elim kabın her tarafında dolaşırdı. Resûlullah bana; “ey oğul, (yemeğe başlarken) Allah’ın adını an, sağ elinle ye ve sana yakın olan taraftan (önünden) ye” buyurdu.

Bundan sonra ben hep besmele ile başladım; sağ elimle ve önümden yemek ye- dim.Milaslı İsmail Hakkı, ‘Tıbbı Nebevi” adındaki kitapta az yemek konusunda şu meşhur hâdiseyi anlatır: Rum imparatoru Heraklius’la Peygamberimiz (s.a.v.) sık sık mektuplaşır; karşılıklı hediyeleşir- lerdi. Bir defasında Heraklius’un gönderdiği hediyeler içinde bir de doktor vardı. Doktora ev verildi ve iaşesi “Beyt-ül Mal”den (hâzineden) karşılanmaya başlandı. Aylar geçtiği halde ciddi bir hastalıkla karşılaşmayınca, işsiz kaldığını ve boş yere bakılıp beslendiğini düşünerek memleketine dönmek için, Hz. Peygamberin huzuruna çıkarak, izin istedi. Resûlullah (s.a.v.) ashabının içinde tedaviye muhtaç ağır hastaların bulunamayacağını, zira Müslümanların acıkmadıkça yemek yemediklerini ve yemekten iyicedoymadan kalktıklarını anlattı. Bunun üzerine Rum doktor Müslüman oldu ve memleketine dönmekten vazgeçti.Resûl-ü Ekrem (a.s.v.) buyuruyor: “Ümmetim için en çok korktuğum şey, karın büyüklüğü (şişmanlık), çok uyku ve tenbelliktir.Cehcah el-Gıfâri anlatıyor: Kendi kavmimden İslam’a girmek isteyen bir toplulukla beraber Medine’ye geldim. Resûlüllah (s.a.v.) akşam namazım kıldırıyordu. Namaz bitince ashabına:“—Herkes yanındaki adamı götürsün.” buyurdu. Mescidde, Resûlüllah ve benden başka kimse kalmadı. Ben iri ve uzun boyluydum; kimse yanıma gelmiyordu. Beni de Resûlullah götürdü. Bana bir keçiden süt sağdı. Onu içtim. Yemek hazırladı; onu da yedim.

Bir keçi daha sağdı onu da içtim. Böyle tam yedi keçi sağdı; hepsini de içtim. Ümmü Eymen:“—Allah’ın Resûlünü bu gece aç bıraktın. Allah da seni aç bıraksın” dedi. Bunun üzerine Resûlüllah (s.a.v.):“—Sus ya Ümmü Eymen, o rızkını yedi. Bizim rızkımızı da Allah verir” buyurdu.Sabah olunca, gelip toplandılar. Herkes kendine yapılan ikramı anlatıyordu. Ben de:“—Bana yedi keçinin sütü sağıldı; hepsini içtim. Bir tencere yemek yapıldı; onu da yedim” dedim.Resûlüllah (s.a.v.) ile birlikte akşam namazını kıldık. Resûlüllah yine:“—Herkes misafirini götürsün” buyurdu. Mescidde, Resûlüllah ve benden başka kimse kalmadı. Beni kimse götürmüyordu. Yine Resûlüllah (s.a.v.) beni evine götürdü. Bir keçiden süt sağdı. Onu içtim ve doydum. Ümmü Eymen:“—Ya Resûlallah, bu bizim dünkü misafirimiz değil mi?” dedi. Resûlüllah (s.a.v.) da:“—Evet” dedi ve devamla: “O, bu gece mü’min olarak yedi. Dün kâfir olarak yemişti. Kâfir yedi bağırsağını dolduruncaya (kamını şişirinceye) kadar yer. Mü’min ise bir bağırsağını dolduruncaya kadar yer” buyurdu.

Orucun Koruyucu Tıp Açısından Önemi:Gerekli Bir Açıklama: Biz, Müslüman olarak, oruç, namaz, abdest gibi farzlan yerine getirirken; her şeyden önce Allah’ın emri olduğu için yapar yine haramlardan kaçarken de Allah yasakladığı için kaçarız. Böylece O’nun nzasını kazanmayı umarız. Yoksa, “sağlıklı bir vücut kazanmak için” değil... Netice itibariyle bu ibâdetler bize sağlık ve sıhhat verirmiş, âmenna... Bunun için de Allah’a şükrederiz. Kaldı ki, “Müslüman hiç hastalanmaz” diye bir kural da yoktur. Hastalık da sağlık da Allah’tandır. Hastalandığımız zaman şifasını arayıp bulmamızıve tedavi olmamızı bizzat peygamberimiz (s.a.v.) buyuruyor: “Ey Allah’ın kullan, tedavi olunuz. Allah verdiği her hastalığın şifasını da yaratmıştır, fakat bunu bazılan bilir, bazdan bilmez.Vücudun en küçük yapı taşı olan “hücre”ler bir araya gelerek dokulan, dokular da organlan meydana getirirler. İstisnasız bütün doku hücreleri kanla beslenmekte; kana gerekli besinler ise karaciğerde imal edilmektedir. Karaciğer buna ilâveten on altı grup görevi yürütmek için gece-gündüz durmadan çalışır. Keyfi ağır beslenme, içki ve zararlı alışkanlıklar, karaciğer hücrelerini büyük bir yük altına sokmakta, yorulan hücreler asıl görevlerini yapamaz duruma düşmektedir.

Öyle ki, büyük bir azap ve zulüm altında kalan karaciğer hücreleri âdeta birbirlerine sorarlar: “Bizi hürriyete kavuşturan ramazan ne zaman imdâdımıza yetişecek?"Ramazan gelip de karaciğerin sahibi oruç tutmaya başladığı zaman, doku hücreleri üzerlerinden ağır bir yük kalkmış gibi rahatlarlar. Hem kana gerekli olan proteinleri kolayca üretir hem de diğer organların çalışma düzenini sağlayan iyon dengesini ayarlarlar. Ayrıca kana kanşmak üzere yığılan zararlı maddeleri parçalayarak tesirsiz hale getirirler.Eğer kan damarları dile gelebilseler, birbirlerine şöyle diyeceklerdir: “Çok şükür Ramazan geldi. Kana karışan zararlı maddeler ve besin artıklan yok denecek kadar azaldı. Çeperlerimize yapışıp bizinefes alamaz duruma düşüren lipid ve kollesterol miktarı da iyice azaldı. Böyle- ce üzerimizdeki kan basıncı düştü, gençleşiverdik.Çağımızın insanı orucun kıymetini takdir edemediğinden, sırf kendisini tatmin etmek için pahalı karaciğer testleri yaptırıyor, kandaki besin artıklarını ölçtürüyor. Doktorun verdiği rejim listesine uymak için zoraki bir perhiz külfetine giriyor.Yarının insanı, ister inansın ister inanmasın, yaşlanmayı geciktirmek ve sağlıklı bir hayat yaşamak için, isteyerek ve severek oruç tutacaktır.Bütün doku hücrelerinin istisnasız kanla beslendiğini söylemiştik. Kan ise kemik iliğinde üretilmektedir. Kanın sıvı kısmına “plazma" diyoruz.

Plazma, kanın % 55’ini teşkil eder. Kalan kısmı ise; “alyuvarlar", "akyuvar” ve pıhtılaşmayı temin eden “trombositler”dir. Asıl kan hücreleri, bu üç maddeden meydana gelmiştir. Her gün kan hücrelerinin belli bir kısmı ölür, yerine aynı miktarda yeni ve genç hücreler (kemik iliği tarafından) üretilerek hücre sayısı sabit tutulur. Kanın sıvı kısmı, ise, dokular tarafından takviye edilerek sabit tutulur. Yeni teshillere göre, aşın beslenme kemik iliğini tenbcl- leştirdiğinden yeni ve genç kan hücrelerinin imalatı yavaşlamakta; kan hücrelerinin en önemlileri olan “alyuvarların sayısında düşme görülmektedir. Halbuki oruç tutanlarda kesinlikle kemik iliği ten- belliği olmamakta, bilhassa iftara doğru, hızlı bir alyuvar üretimi başlamakta; aynı oranda bol miktarda dokulara oksijen taşınmakta,böylece vücutta umumi bir gençleşme faaliyeti ortaya çıkmaktadır.

Bu umumi gençleşmeye paralel olarak, bir ay müddetle, hormon dengesi düzene girmekte; sindirim sistemi rahatlamakta, bütün doku hücreleri genel bir revizyondan geçmektedir.Bütün bunlara ilâveten, oruç tutan kimsede, Allah’a karşı kulluk vazifesini yapmış olmanın verdiği manevi huzuru görmemek mümkün değildir. İhlâslı bir Müslümanın, oruç tutarken, asıl maksadı Allah’ın emrini yerine getirmek ve O’nun nzasmı kazanmak olduğu halde; Cenâb-ı Hak, sanki bu ihlâsına mükâfat olarak, o samimi kimseye sıhhatli ve genç bir vücut kazandırır. Böylece Ramazan ayı hem maddi hem de manevi yönden azami kârla kapatılmış olur.

SENDE YORUM YAP!

Whatsapp