anksiyete bozukluğu tedavisi ne kadar sürer

Anksiyete bozukluğu

Anksiyete, hoş olmayan heyecansal endişe, kaygı halidir. Anksiyete, duygulanımda kaygı, korku, sıkıntı hali olup, fizyolojik, bilişsel ve davranışsal bileşkeleri vardır. Benliğin kendini tehdit altında hissettiği bir gerilim ve duygu durumudur ve bir sinyaldir (Freud). Davranışsal açıdan bir koşullanma ve yanlış öğrenmedir. Anksiyete, kişinin kendini tehlikede ve emniyetinin yeterli olmadığını hissetme durumudur. Fiziksel hastalığın getirdiği engellemeler, çaresizlik, yeterliliğin kaybı endişesi, vücut oran ve kısımlarının zedeleneceği endişesi, ölüm korkusu, hastalığın anlam, önem ve sembolik öznel algısı ve çeşitli gerçek ya da kişisel algılanmış tehlikeler, kişide anksiyete yaratır. Anksiyete durumlarının genel nüfustaki prevalansı % 4-7 olarak bildirilmişken, tıbbi hastalardaki oranının ve yaygınlığının daha yüksek olduğu (% 10-% 20) kabul edilen bir bulgudur. Genel olarak psikiyatrik konsültasyon istenen olguların % S-18'ini anksiyete durumları oluşturmaktadır. Öte yandan anksiyete nörozu hastalarının fiziksel yakınmalar nedeniyle hastaneye daha sık başvurduğu bildirilmiştir. Ciddi, akut, yaşamı tehdit eden ve organ kaybına yol açan hastalıklarda anksiyetenin daha yaygın olduğu bildirilmiştir. Hastalığın anlam ve önemine ilişkin bilinç dışı unsurlar, kişilik organizasyonu, sosyal destek sistemlerinin etkinliği, anksiyetenin gelişim ve şiddetinde etkilidir. Tıbbi servislerde anksiyetenin önemli bir nedeni de hastalık hakkında bilgi eksikliğidir. Hastalığın niteliği, tedavi yöntemleri ve servisin yapısı da tıbbi hastalarda anksiyetenin şiddetini etkiler, Tıbbi hastalarda anksiyeteyi değerlendirirken; hangi noktada tıbbi hastalık yaşantılamasına ilişkin gerçekçi endişe biter, nerede psiko patolojik bir sendrom olarak anksiyete başlar ayırt etmek kolay değildir. Kaygı ve uyanıklık, gerginlik hali, bir ölçüde zorlamaya bir yanıt olarak doğaldır ve uyuma dönük baş edebilme için geçerlidir. Ancak kaygı hali, belirli ve gerçek bir uyarandan bağımsız ya da oransız ise, otonomik bir seyir kazanınca, şiddeti kişinin günlük yaşantısını bozacak düzeyde ise, geçici değil süreklilik kazanmış ise, uyumu daha da güçleştirmişse, kaygı ile baş etmede olumsuz davranış ve savunmalar gelişmiş ise, normal sınırlar aşılmış ve psikopatolojik bir durum gelişmiştir. Klinik uygulamada somatik yakınmalar çok şiddetli ve yakınmalar tıbbi hastalık ile orantılı değil ise, kaygı ve yakınmaların ortaya çıkışı ve şiddeti, psikopatoloji ye ilişkin affektif ve kognitif belirtiler ile ilişkili olabilir ve bu anksiyete bozukluğu açısından anlamlı ve dikkat çekicidir, Tıbbi hastalarda ortaya çıkan kaygı ve sıkıntı halleri, bu hastalarda kaydedilen (örneğin yüksek ateş gibi) genel ve "non-spesifik" bir bulgudur. Anksiyete, fiziksel hastalığa, tıbbi ortama ya da tedavi uygulamasına ikincil gelişebilir. Akut ve duruma özgü olabileceği gibi, bir kişilik özelliği de olabilir. Tıbbi hastada anksiyeteyi değerlendirirken, alttaki biyolojik faktörleri, eşlik eden psikiyatrik durumu. davranışsal ve sosyal dinamikler içinde, hastayı bir bütün olarak ele alıp tanıya varmak mümkündür.

Tıbbi hastalardaki anksiyete şu 4 şekilde olabilir: 1 - Organik anksiyete bozukluğu. Bu durumda anksiyete tıbbi hastalığın ve veya ilaçların bir komplikasyonudur. 2- Bir başka psikiyatrik hastalığın belirtisi olabilir. Depresif hastalık, fobik durumlar, obsesif-kompülsif bozukluk, madde kullanım bozukluğu, psikotik durumlar. OBS, borderline kişilik bozukluğu vb. durumlarda anksiyete bir belirti olarak sıklıkla gelişir. 3- Hastalık ve veya hastanede yatıyor olma durumuna ilişkin streslerle ilgili, psikojenik reaktif anksiyete bozukluğu. 4- Geçici bir durum olarak anksiyeteli uyum güçlüğü Anksiyetenin tıbbi sebepleri: Organik anksiyete sendromu yapabilme potansiyeli yüksek, tıbbi hastalıkların bazıları şunlardır. - Digital (toksisite) - Efedrin, epinefrin - Hallüsinojenler - Nöroleptikler (akatizi) ikotinik asit - Steroidler - Teofilin - Tiroid preparatları Anksiyete, fiziksel hastalığa, tıbbi ortama ya da tedavi uygulamalarına ikinci gelişebilir. Böyle bir hastada öncelikle anksiyetenin fiziksel hastalığa ve ilaçlara bağlı sebepleri olup olmadığı ayırt edilmelidir. Anksiyete hali, akut ve duruma özgü olabileceği gibi, kronik bir tutum, davranış özelliği de olabilir. Başlı başına bir psikiyatrik bozukluk olabileceği gibi, fizyolojik işler bozukluğuna, bir diğer psikiyatrik hastalığa (depresyon gibi) veya ilaçlara ikincil gelişmiş de olabilir. Bunlardan da öte, doğrudan doğruya fiziksel hasıalık ve komplikasyonların yaşanılanmasına karşı gelişen bir uyum tepkisi olabilir. Değerlendirmede alttaki biyolojik süreçleri, eşlik eden genel psikiyatrik durum, davranışsal ve sosyal sistem dinamikleri içinde, hastayı bir bütün olarak ele almayı gerektirir. Anksiyetenin somatik işlev düzensizliğine yol açıyor olması ve fiziksel hastalığın fizyolojik bulguları ile, psişik anksiyetenin psikofizyolojik belirtilerinin oluşu ayırt etmeyi daha da güçleştirir. Anksiyete halinde kas-iskelet kalp-damar, idrar solunum sistemi ve mide barsak sistemleri gibi birçok sistemde psikofizyolojik işlev bozukluklarına neden olabilir. Bu belirti ve bulguları şöyle özetleyebiliriz: - huzursuzluk - uyku bozukluğu - taşıkardi cinsel isteksizlik empotans palpitasyon - yorgunluk - senkop - dispne atipik kaşıntı ve ağrılar - ağız kuruluğu - bulantı - diyare - kabızlık barsak işlev bozukluğu sık idrar hissi iştah bozukluğu Herhangi fiziksel hastalığı olan bir hastada bulguların oluşu birincil anksiyele bozukluğundan öte fiziksel hastalığa ikincil reaktif gelişen bir bozukluğu ifade eder: 35 yaşından sonra oluşu öz ve soy geçmişte anksiyete bozukluğunun olmayışı ciddi zorlayıcı emosyonel çatışma ve yaşam olaylarının olmaması anksiyete ile baş etmede davranışsal savunmalar (sakınma, agorofobi) gelişmemiş olması ve klasik anksiyetiklere yetersiz cevap oluşu Fiziksel semptomların ön planda oluşu, anksiyeteye ilişkin psikolojik ve davranışsal (agorofobi) semptomların daha az oluşu fiziksel etyolojiyi öncelikle düşündütür

Birincil anksiyete bozukluğunda nörotik durumlar ve yerleşik yanlış öğrenmeler ön plandadır. Birçok fiziksel hastalıkda hastanın zihinsel, bilişsel işlevlerinin bozulması, zihinsel karışıklık, fiziksel ve duygusal gerginlik ve belirsizlik ortamı, bilgi eksikliği, hastanın deneyim ve uyaranıarı sağlıklı değerlendirmesini bozarak anksiyeteye neden olur. Esasen organik duygu durumu bozukluğu olarak anksiyetenin ayırıcı tanısında önemli bir ölçüt, kaygı hali ile birlikte zihinsel karışıklık ve hafif şaşkınlık halinin varlığıdır. Fiziksel hastalık ortaya çıkınca insanların birçoğunda geçici ya da kalıcı kaygı ya da depresyon hali görülür. Kişi fiziksel hastalık ya da hasar durumlarında akut-kronik hastalıklarda, organ kayıplarında yaşamını, bedenini, geleceğini, amaçlarını tehdit altında hisseder. Beden imajı, öz-güven zedelenir, özgürlüğü, yeterliliği sınırlanır, ya da öyle algılar, cinsel işlevler, insanlar arası roller zorlanır. Her fiziksel hasar, kayıp veya kayıp tehdidi, bilinç dışı çatışmaları gündeme getirir. Fiziksel hastalığa ilişkin kayıp algı ve yaşantılaması, psikolojik tehdit ve yas psikopatolojisinin gelişiminde rol oynar. Anksiyete, kişinin kendini tehdit altında hissetmesidir. Ciddi, akut yaşamı tehdit eden hastalıklarda anksiyete en fazladır. Depresyon da ise kayıp tepkisi ve özgüven azalması esasdır. Her hastalığın nesnel anlamı yanında, kişinin o hastalığı algılayış şekli, atıfları, tutumları ve kişiliği, psikopatolojinin gelişmesinde rol oynar. Kohut, ciddi bir fiziksel hastalıkdaki disfori halini, hastalığın ortaya çıkardığı durumun kendilik ("seif') duygusunu zedelenmesine bağlamaktadır. Hastalığın anlam ve imalarına ilişkin bilinç dışı unsurları kişilik organizasyonu, yaş yaşam dönemi, sosyal destek sistemlerinin etkinliği, benlik gücü hastada anksiyetenin ortaya çıkış ve şiddetinde etkilidir.

Rasyonalizasyon, inkar, kaderci kabullerıiş ya da regressif davranışlar, hastalığın yarattığı anksiyeteye karşı ortaya konan başetmeye dönük psikolojik, kognitif veya davranışsal savunmalar olabileceği dikkate alınmalıdır. Fiziksel hastalığı olanlarda sıklıkla yaşanan endişe sağlığını, otonomisini kaybedeceği çevreye muhtaç olacağı, sevdiklerinin ve yakınlarının kendini terk edeceği kaygısıdır. Kronik fiziksel hastalığı olanlarda daha da yoğundur. Hekim hastanın sosyal destek sistemlerini incelemeli ve çevre ile hasta arasındaki ilgi ve iletişim desteklenmelidir. Yatan hastalarda, yakınlarının hastayı ziyareti bu anlamda önemli ve yararlıdır. Ailelerin ve genellikle eşin yaşadığı yeni sorumluluk alanları, tek başına birçok aile içi, sosyal ve ekonomik güçlüklerle uğraşma zorunluluğu gerginlik yaratır. Hastalık ilerledikçe ya da hasta yoğun bakımdan servise nakledilince, yalnız kalacağı endişesi artar. Yoğun bakımdan servise alınan hastalarda başlangıçta rahatlamadan çok kaygı yaşanır. Terminal hastalarda hekimin "yapılabilecek bir şey yok" düşüncesi ile hasta ziyaretini azaltması, bu kaygıyı daha da arttırır. Duyu organı işlev kaybı olan ya da afazik hastalarda iletişim zorluğu arttıkça, kaygı ve iletişim gereksinimi artar. Bir hekimin hastasına girişim ve tedavi uygulayıp, ameliyat öncesinden taburculuğa dek hasta ile iletişim kurmaması kaygı yaratır, hastada terkedilmişlik duygusuna neden olur, ilişkideki temel güven duygusu sarsılır. Hekim her şey den önce hastasıyla doğrudan ilişki kurmalı, onu dinlemeli, tanı, tedavi yöntemleri yapılması gerekenler ve kısıtlamalar konusunda hastayı bilgilendirmeli, hastanın kendi tedavisinde etkeni katılım ve rol alması sağlanmalıdır. Hastanın bu anlamda bilgilendirilmesi ve katılımı, hem kaygıyı azaltacak , hem de uyumu ve ilişkiyi güçlendirecektir. Koroner yoğun-bakım hastalarında ve ameliyat olacak hastalarda fiziksel sağlığını kaybetme endişesi yanında, davranışları üzerindeki denetimini kaybedeceği endişesi gelişir. Bazı hastalarda zihinsel deneyimlerini ve "aklını kaybedeceği" endişesi ön plana çıkar.

Bu endişe ameliyatı ve tedaviyi reddetme davranışına yol açabilir. Makineye bağlı yaşayan bir diyaliz hastasında, ya da incelemeler, diyetler ile bireysel özgürlüğünü ve alanını kısıtlanmış hisseden bir diyabet hastasında, bağımlılığı ve kısıtlamaları kabul edememe panik yaratır. Adolesan dönemindeki hastalarda bağımlılık gereksinimine uyum daha da güçleşir, çevreye ve başkalarına bağımlı olma zorunluluğu yoğun kaygı yaratır. Hastalarda gözlenen uyum güçlükleri, uygunsuz davranışlar ve kızgınlık davranışın kökeninde bu kaygının olabileceği dikkate alınmalıdır. Hastanın hastalığı ve hayatı üzerinde denetiminin olabileceğini destekleyen her girişim yararlıdır. Bu hastalarda iyi bir iletişim kurulmalı ve neleri yapamayacaklarının yanın da hastalık ve tedavi programları içinde neleri yapabilecekleri gösterilmelidir. Hastanın kendi tedavisinin gidiş ve seyri ne ilişkin kayıt tutması, bu arada kaydedilen olumlu gelişmelerin farkına varmasının sağlanması yararlıdır. Ciddi panik bozukluk geliştiren hastalara kendi gerginliklerini azaltmaya yönelik gevşeme yöntemlerinin öğrenilmesi yararlıdır. Birçok hasta, kültürel, eğitimle ilgili ya da toplumsal nedenlerle hastalığına ve tedaviye ilişkin yanlış kanı ve düşünceler geliştirmiş olabilir. Bu yanlış görüşlere dayanan endişeler gelişmiş olabilir. Ailenin, toplumun, çevrenin, fiziksel hastalığa ve bununla bağlantılı işlev kaybına ilişkin tutumları önemlidir. Hekim, fiziksel durum ve işlev kaybına ilişkin tıbbi, bilimsel bilgileri açıklamalı ve yanlış kanılar düzeltilmelidir. Hasta ile hastalığı ve komplikasyonlarına ilişkin neler düşündüğü ve hissettiği konuşulmalı. İçsel öznel endişelerini açıklamasına fırsat verilmesi, hastaların nesnel bir zemine dayanmayan endişeleri ve belirtileri, yaşadığı içsel özel korkulara ilişkin ipucu verir. Hastanın içsel duygu, endişe ve tepkileri anlaşılmalı ve bu endişeler hasta ile birlikte ele alınmalıdır. Amputasyon uygulanacak bir hasta için kaybolacak doku ve organın hasta için özel bir anlamı vardır.

Fiziksel otonomisini, toplumsal rollerini kaybedeceği endişelerinin yanında cinsel işlevlerinin bozulacağına ya da çekiciliğinin azalacağına ilişkin endişeler gelişmiş olabilir. Bazı hastalar hastalıkları ve uygulanan girişimler (ameliyat) konusunda hiçbir kaygılarının olmadığını ifade edebilirler. Hiç kaygının olmaması ya da olmadığının ifade edilmesi aslında birtakım korkulan inkar davranışı olabilir. İnkar tutumu geçici olarak uyuma dönük olabilir. Ancak uzun süreli devamı ilerdeki uyumu zorlar. İnkar, başlangıçta hastalığa ilişkin ölüm korkusu ve diğer kaygıların baş edilebilmesinde geçici olarak doğal ya da yararlı olsa da birçok hasta yavaş yavaş gerçek durumu sezer ve korkuları yaşar. Bu korkulan kimseyle paylaşmamak kaygı ve terkedilmişlik duygularını arttırır. Hekimi hastalık ve ölüm konusundaki kendi tutumu, psikolojisi, hastanın tutumunu etkiler. Fiziksel hastalığı olanlarda arıksiyetenin tedavisi öncelikle (ayırıcı) tanının yapılmasını ve bütüncül yaklaşımı gerekli kılar. Ruhsal durum fiziksel hastalık, kişilik yapısı, hastalığın komplikasyonları, psiko sosyal ortam arasındaki etkileşimle anlaşılmalıdır. Anksiyetenin akut mu, kronik mi olduğu, şiddeti ve seyri anlaşılmalıdır. Hastalık ve hastaneye yatışa ilişkin doğal ve geçici kaygı durumlarına genellikle bilgilendirme, açıklama, eğitim ve gerçek ci güvence veren temel terapötik ilişki için de yardımcı olunur. Anksiyete hali fiziksel bir sebebe bağlı ise önce bu durum düzeltilmelidir. Örneğin, hipogliserniye bağlı gelişen an k siyete glikoz gerektirir, hipoksiye bağlı gelişen anksiyetede her şey den önce nöroleptikler değil, oksijen gereklidir. Angina pectorisde ise nitrogliserin ile beraber arıksiyolitik ve sedatif ilaçlar kullanılabilir. Çünkü burada sıklıkla komorbidite sözkonusudur. Anksiyete altta yatan bir diğer psikiyatrik bozukluk (depresyon, obsesif-kompülsif bozukluk, psikoz ... ) ile ilişkili ise, uygun etyolojik tedavi uygulanır. Arıksiyetenin sistematik tedavisinde psiko farmakolojik, psikoterapötik ve davranış al yöntemleri vardır. Arıksiyetenin farmakolojik tedavisinde benzodiazepinler en yaygın kullanılırlar. Bu uygulamada fiziksel hastalığın niteliği ve ilacın farmakolojik profili dikkate alınır. Benzo diazepinlerin fiziksel hastalığı olanlarda dikkate alınma i gereken yan etkileri, sedasyon ve olunum üzerine etkileridir. Kronik kullanım ile bağımlılık gelişebilir.

Bağımlılığın genellikle 4 aydan uzun süreli kullanımlarda geliştiği bildirilmiştir. Benzodiazepin kullanımı sonlandırılırken ani bırakılma yoksunluk sendromuna neden olabilir. Genellikle günde ı/Lo indirimle bırakılma önerilir. Ciddi karaciğer ye tersizliği olan (siroz) ya da metabolizmanın yavaşladığı ve metabolitlerin birikme riskinin olduğu yaşlılarda yarılanma süresi kısa olan ve aktif metabolitleri az olan benzodiazepinler. (lorazepam, oksazepam) tercih edilmelidir. Yavaş absorbe olanlar (prazepam) daha az sedas yon yaparken, hızlı absorbe olanlar (diazepam) çabuk etki sağlarlar. İleri korku ve kaygıları yanında zihinsel işlevlerde karışıklık (pre-deliryum) ve ajitasyon tanımlayan hastalarda düşük doz nöroleptikler tercih edilirler. Bu çerçevede klinik uygulamada farmako kinetik açıdan beiızodiazepinleri 2 alt grupta incelenebilir: 1- Uzun etkili benzodiazepinler (diazepam, Klordiazepoksit). Bu grup benzodiaze pinlerin yarılanma süresi uzun olup, ilaç birikimi sözkonusudur. Yaşlı hastalarda, karaciğer işlev bozukluğu olanlarda. zihinsel işlevlerde karışıklık ve motor becerilerde güçlüğe neden olabilir. 2- Kısa etki süreli benzodiazepinler (Iorazepam, oksazepam). Bu grup ilaçların aktif metabolitleri yoktur, yarılanma süreleri kısa olduğundan, organizmada birikmezler. Fiziksel hastalığı olanlarda benzodiazepinlerin kullanımında merkezi sinir sistemi üzerinde depresejonik etkileri, serebellar ve motor becerilerde yaptığı güçlükler (ataksi, dizartri, vertigo), dikkate alınmalıdır. Günlük uygulamada uzun süreli kullanım ile depresif semptomları maskeleyebilir. Bazı hastalarda parodoksal uyarıcı etki ve disinhibisyon yapabilir. Öte yandan retansiyonu olan hastalarda arteriyel kan gazları ölçülerek durum değerlendirilmelidir. Bu hastalarda anksiyolitik amaçlı düşük doz nöro leptikler düşünülmelidir. Parenteral narkotik analjezikler kullanan hastalara parenteral benzodiazepin uygulamasından sakınmalıdır. Ben zodiazepinlerin ciddi kardiyovasküler yan etkilerinin olmaması önemli bir emniyet sağlar. Alkol ile etkileşirnde ise ciddi toksik tablolar görülebilir. retansiyonu olan hastalarda, psikotik reaksiyonlarda, psikotik unsurların eşlik ettiği organik anksiyete bozukluklarında (steroid psikozu), benzodiazepinlerin kortikal supresyon yapıcı etkisinin istenmediği durumlarda (delirium). anksiyolitik amaçlı düşük doz nöroleptik ve bazen de antidepresan kullanılabilir. Genel klinik tıp uygulamasında benzodiazepinlerden başka, antihistaminikler beta-adrenerjik blo erler de anksiyolitik amaçlı kullanılabilirler.

SENDE YORUM YAP!

Whatsapp